İncil Vahiy Bölümünün Bir Yorumu
GİRİŞ :
İncil de en zor anlaşılan bölümle karşı karşıyayız. Bu bölümü ilk okuduğumuzda bir anlam çıkaramayabiliriz. Ve de bizi farklı yerlere sürükleyebilir. Şimdi birlikte bu bölümü çalışacağız. Size biraz bu bölümü açmaya çalışacağım, fakat her konu ve her ayet üzerinde durmayacağım. Çünkü bu hepimiz için zor olurdu. Bazı ipuçları vermekle yetineceğim. İnanıyorum ki bu ipuçları vahiy bölümünü okudukça her konuyu ve her ayeti daha iyi anlamanızı sağlayacak ve de size yardımcı olacak.
Bir şey daha söylemem gerekiyor; vahiy bölümü gibi bir bölümü çalışırken alçak gönüllü olmak zorundayız. Benim burada sunduğum yorumların tek doğru olduğunu ve bunun dışında ki yorumların yanlış olduğunu söyleyemem. Ama sizinle üzerinde düşüneceğimiz yorum sayesinde Tanrının tasarısının nasıl yerine oturduğunu ve bu mesajını verdiğini göreceğiz. Bu dersimizde Vahiy bölümün konusunu, içeriğinin açıklamasını yaparak ve ana hatlarına biraz bakarak bir giriş yapacağız.
Vahiy bölümü, biz imanlıları Mesih’in zaferine ortak etmek için esinlendirilmiş kutsal bir yazıdır. Vahiy bölümü gerek zulümlerden, gerekse dünyanın çekiciliğinden ötürü cesaretini yitiren kardeşlere yazılmıştır. Asıl amacı kötülüğün güçlerine karşı savaş veren Kiliseyi yüreklendirmektir. Konusu ise Tanrının taht üzerindeki egemenliği ve zaferidir. Yani İsa Mesih, ölümü, ölüler diyarını, cehennemi ve Vahiy bölümünde geçen ejderhayı, canavarı, sahte peygamberleri ve de canavara tapanları kesin kes yeniyor. Zafer hem Onun hem de bizimdir. Öyle ki kutsalların duaları tarihin akışını sağlayan ve de sırlarını açan anahtardır. İmanlılar bazen yenilmiş görünse de aslında egemenlik sürmekteler. Örnek: Video kaseti.
Vahiy bölümü elçi Yuhanna’nın görünümlerinden oluşuyor. Yuhanna Rab’den bu görümleri aldığı sırada Yunanistan’da ki Patmos Adası’nda esirdi. Görümlere baktığımız zaman vahiy bölümünün imanlıların baskı altında olduğu bir dönemde, yani imparator Neron’un son zamanlarında ya da Domityan’ın zamanında yazıldığını İ.S. 95-96 yılları olduğunu görüyoruz. Domityan’ın dönemlerinde imanlılar imparatorun heykeline tapınmayı reddettikleri için baskılara maruz kaldılar.
Vahiy bölümü Kutsal Kitap’ın son bölümüdür; son bölüm olduğu için özellikle iki şeyi anlamamızı sağlar:
1. Başka vahiy yoktur; tanrısal vahiy bitmiştir.
2. Günahın araya girmesinden dolayı yaratılışta yarım kalan birçok konu burada sonuca bağlanmakta ve tamamlanmaktadır.
Bu yüzden Kutsal Kitap’ımızdaki Yaratılış bölümünde gördüğümüz birçok simgeyi ve olguyu Vahiy bölümünde de tekrar görebiliyoruz. Örnek: Yaratılış 2. bölümdeki “Yaşam ağacı”na Vahiy 20 ve 21. bölümlerde tekrar rastlıyoruz. Yaratılışta ne olmuştu? Günah araya girdiğinde yaşam ağacının meyvesinden alamaz olduk. Vahiy’e geldiğimizde bütün uluslar yaşam ağacından yiyebilmektedir artık her türlü lanet, bela günahın getirdiği yozlaşma, ceza, hastalık ve ölüm ortadan kalkmıştır. Yaratılışta cennet ortadan kayboluyor vahiy de cennete yeniden kavuşuyoruz Kutsal Kitap’taki bu iki bölüm Kutsal Kitap’ın kapaklarını oluşturmaktadır. Baş ve son; bir kitaba ne zaman kapak konur? Tamamlandığı zaman, bizimde elimizdeki bu Kutsal Kitap tamamlanmıştır.
Vahiy kitabı Apokaliptik bir yazıdır. Grekçe bir kelimedir, kelime anlamı perde arkasında gizli kalan sırların perdenin açılışı ile gün ışığına çıkması demektir. Apokaliptik yazıların özelliği nelerdir? Bir yazının Apokaliptik bir yazı olması için:
1. Son günler ile ilgili haber vermesi gerekli,
2. Acı çeken imanlılara hitap etmesi gerekli,
3. Mecazi bir dil kullanılması gerekli (Örneğin benzetmeler ve görümler),
4. Yazarı sürgünde olması da diğer bir özelliğidir apokaliptik yazıların (Kutsal Kitaptaki apokaliptik diğer yazılar Hezekiel, Daniel ve Zekeriya’dır. Vahiy bölümündeki birçok mecaz ve mesaj bu kitaplardan alınmadır.).
Vahiy kitabının ana dersi: Rab dualarımızı işitir. Bizim aracılığımızla zafer kazanır ve imanlı hayatının sonu olmayan bir kutlama olduğunu gösterir. Yani ana dersi “Güven”dir. Buradan çıkarmamız gereken derslerden birisiyse dua hayatımızın yoğunlaşması gerekliliğidir. Rab’bin egemenliği uğruna fedakarlık, O’nun zaferi uğruna gerekirse hayatımızı bile verebilmek, sıkıntı ve zorluk içinde bile kutlama ve sevincin bilincine varabilmek ve bu kitapta Rab’bin zaferini görmeye çalışmaktır. Eğer bu mutluluğun kaynağını öğrenip hayatımıza geçirebiliyorsak ne mutlu bize (Vahiy 1:3).
Vahiy bölümünde anlatılan ana olaylar yani son günler Rab’bin ikinci gelişi, yargı, Mesih karşıtı, büyük sıkıntı dönemi, Kiliseye uyarılar, bütün bu olaylar bu kitabın kabuğudur. Yani meyvenin kabuğu gibi, önemli olan ana derstir yani meyvenin etidir. Tabi ki ete ulaşmak içinde kabuğu soymalıyız ama bizim için önemli olan bu kitabın etidir.
Vahiy bölümü ile ilgili 4 tane yorum vardır :
1. Geçmişçi
2. Tarihçi
3. Gelecekçi
4. Mecazcı
1. Geçmişçi Yorum :
Vahiy bölümü aslında yazıldığı dönemde olup bitenleri anlatır. Yuhanna simgesel bir dil kullanarak seslendiği kiliselere, kendilerini ilgilendiren konuları yazıyordu. Dünyanın sonunu anlatmıyordu. 1.yy imanlılarına seslenir. Bu yoruma göre vahiy kitabının genel amacı o dönemde baskı çeken imanlıları, “Size zulmeden Roma İmparatorluğu’nun çöküşü kesindir, siz zafer kazanacaksınız.” mesajıyla yüreklendirmektir. Bu yoruma göre canavar, İmparator Neron oluyor. Babil ise Roma’dır. Mesih’in 1000 yıllık krallığı ise 4.yy.dan sonra resmi kilisenin güç kazandığı dönem olarak yorumlanıyor. Katolik Kilisesi Vahiy bölümünü bu yoruma göre değerlendirmektedir.
2. Tarihçi Yorum :
Vahiy bölümü tarihi belirleyen ana gelişmeleri simgeliyor. Örneğin Hun istilası, Hitler’in ortaya çıkması, İslamiyet’in doğuşu, Roma’nın yıkımı vb. gibi olayları simgeliyor.
3. Gelecekçi Yorum :
Vahiy bölümünde geçen bütün olayların ve bütün simgelerin yalnız ve yalnız dünyanın sonu geldiğinde cereyan edecek gerçekleşecek olan olayları anlattığını ileri sürer. Bu yoruma göre Vahiy kitabı dünyanın sonunda olacakları bilmek ve buna hazırlanmak dışında güncel yaşamımızı ilgilendiren bir mesaj taşımadığını ileri sürmektedir.
4. Mecazcı Yorum :
Vahiy bölümünün geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki belirli olaylardan veya kişilerinden söz ettiğini kabul etmez. Bu yoruma göre semboller imanlılara yalnız cesaret veren ruhsal ilkeleri anlatıyor kitabın konusu iyiliğin kötülük üzerindeki zaferidir.
Peki biz hangi yorumu savunuyoruz? Aslında hepsini; neden hepsini savunuyoruz? Çünkü Kutsal Kitap bunu gösteriyor; bu konudaki anahtar ayetimiz hangisidir? Vahiy 1:19 Burada Rab Yuhanna’dan Kilise’nin ilk günleri ile ilgili, sürmekte olan tarih ile ilgili ve son olaylarla ilgili olarak yazmasını istemiştir. Gördüğü şeyler: Yuhanna’nın geçmişte tanık olduğu şeylerdir. Nedir tanık olduğu şeyler? Mesih inancının tarihsel temeli, çarmıh ve diriliş. Şimdi olan şeyler: Tarihsel gelişmeler, kiliselere yazılan olaylar ve o dönemde ki Kilise’nin durumu. Bundan sonra olacak şeyler: Dünyanın sonuna doğru gerçekleşecek olaylardır ki Vahiy kitabında en çok son günler anlatılmaktadır.
Okurken ve yorum yaparken dikkat etmemiz gereken ve kendimize sormamız gereken soru: “Bu üç şıktan hangisi söz konusu ve buna paralel Kutsal Kitap’tan hangi ayetler bulunmakta.” Örneğin Vahiy 12:5’de geçen “doğan çocuk” Mesih’in göğe alınışı ve “demir çomak” ikinci gelişini anlatmaktadır. Bu yüzden bu ayetin yorumu geçmişçi yorumdur.
Evet birinci anahtarımız Vahiy 1:19 dedik. Okurken anlamamızı sağlayacak ikinci anahtarımız ise Vahiy bölümünde sürekli tekrarlanan bir rakamdır, hiç dikkat ettiniz mi? Kaç kiliseye mektup gönderiliyor? 7 kiliseye. Kaç mühür açılıyor? 7 mühür. Kaç bela gönderiliyor? 7 bela. Ve daha çoğaltmak mümkün 7 tane gazap tası, 7 tane borazan, Tanrı’nın 7 ruhundan söz edilmekte yani vahiy bölümünde 7’ler sürekli tekrarlanmakta hatta bütün kitap 7’nin üzerine tasarlanmıştır diyebiliriz. 7 rakamı rasgele bir sayı değildir. Tanrının tasarısının sayısı olduğu için önemlidir. Bunun bir anlamı vardır: Tanrı’nın tasarısının mükemmel olduğunu her şeyin Tanrı’nın planına göre ilerlediğini gösterir; hiçbir şeyin tesadüf olmadığını ama her şeyin Tanrı’nın kontrolünde olduğunu gösterir. 7 rakamı Tanrı’nın zaferini anlatmaktadır hatta kendi Tanrı’lığını da anlatır.
6 rakamı ise insanı simgeler insan 6.günde yaratıldı, 6 mükemmele ulaşamayan ve Şeytan tarafından körüklenen insan çabaları ve dünyanın sistemidir. 6, Tanrı’ya ulaşmak isteyen 7 ‘ye yaklaşan ama 7 olamayan rakamdır. Yani 6 rakamı Şeytan’ın kullandığı, O’nun yalanlarına uyan doğal benliğin durumunu simgeler. Vahiy bölümünde peş peşe sıralanan 6’lar ise Şeytan’ı simgelemekte. Vahiy 13:18’de geçen 666 sayısı Şeytan, Mesih karşıtı ve sahte peygamberin üçlü birliğinin gizli şifresidir.
Kardeşler Vahiy kitabının 7 rakamı üzerine düzenlenmiş olması bize nasıl bir mesaj vermektedir? Tanrı olup bitenleri kontrol etmektedir. Siz acı çekiyor olabilirsiniz veya kilise olarak çok zor bir durumdan geçiyor olabiliriz ya da ileride başınıza gelecek olaylar son derece korkunç olabilir ama bilin ki Tanrı hepsinin üzerinde egemendir. Hepsini O kontrol etmektedir ve her türlü haksızlığı yargılayacaktır.
Böylece Vahiy kitabımızın 22 bölümünü de 7 ana kısma ayırarak inceleyeceğiz:
1. 7 Kandil (bölüm 1-3)
2. 7 Mühür (bölüm 4-7)
3. 7 Borazan (bölüm 8-11)
4. 7 Alamet (bölüm 12-14)
5. 7 Gazap Tası (bölüm 15-16)
6. 7 “Vay!” (bölüm 17-19)
7. 7 Yenilik (bölüm 20-22)
Vahiy bölümünü yorumlamamızı sağlayacak diğer bir yardımcı anahtar ise “Paralellik İlkesi”dir (1.Anahtarımız Vahiy 1:19, 2.Anahtarımız 7 rakamı dedik ve son anahtarımız ise “Paralellik İlkesi”dir.).
Paralellik İlkesi : Kitap boyunca aynı olayların farklı bakış açılarından anlatımıdır. Vahiy kitabında her kısım, her bölüm birbirine paralel gider. Bu olay bir maçı 7 ayrı kameradan aynı anda izlemek gibidir. Yani Vahiy kitabında geçen olayların paralel olarak diğer kısımlarda da anlatılmasıdır. 7 kısım aynı anda meydana gelmektedir. Örneğin, Rab’bin gelişi iki üç kısımda gösteriliyor ama Rab üç kere gelmiyor bir kere geliyor. Birinci kısımda anlatılan olaylar üçüncü ve dördüncü kısımlara da paralel gittiği için aynıdır, yani bir tek gelişi vardır. Bunu da bir golü 7 kameradan farklı açılarla görmek olarak anlatabiliriz, ama gol 7 değil 1 tanedir.
Şimdi Vahiy bölümünün genelinde simgelenen büyük olayların kendi aralarındaki ve tarihsel akış içerisinde ki bağlantılarını anlamaya ve bunları elimizdeki çizelge şeklinde düzene oturtmaya çalışalım. Elimizdeki bu çizelge Vahiy kitabının özetlenmiş resmidir. Vahiyde anlatılan olaylar, kitabın 7 ana bölümüne uygun olarak bant şeklindeki 7 yatay hanede dizilmiştir. Bu bantlar içerisinde resimlenen olayların vahiy bölümünün hangi bölümlerinde geçtiği solda gösterilmektedir.
Çizelgemizde zaman kavramı soldan sağa doğru ilerlemektedir. Bantlar içinde, geçmişte yaşanan olayları solda, günümüzde yakın tarihte yaşananlar ortada, ve dünyanın sonuna yakın olaylar sağda bulunmaktadır. Dikey olarak aynı hizada bulunan simgeler aynı olayları ya da zaman içinde paralel olarak cereyan eden olayları tasvir etmektedir. Örneğin, 4. ile 7. bölümlerin bandında “Boğazlanmış Kuzu”yu, 12. ve 14. bölümler için ayrılan bantta ise “Mesih’in Doğumu”nu görmekteyiz. Bu iki simge Vahiy 5:6 ile Vahiy 12:4’ü tasvir eder. Vahiy kitabının sıralanmasında Mesih’in ölümünü anlatan boğazlanmış kuzu, doğumu anlatan kadının çocuğundan daha önce karşımıza çıkar. Ama tarihin akışı içerisinde birbiriyle yakın iki olay olduğundan çizelgede aynı dikey hizada dizilmiştir.
Sağda dikey kutu içerisindeki çizimler ise Mesih tekrar gelmeden önceki son 7 yılda Daniel 9:24-27’de söylenen olayları simgeler, kutu noktalı çizgi ile iki tane üç buçuk yıllık yarıya bölünmüştür. Daniel’in bu 70 hafta peygamberliğine daha sonra bakacağız.
Buna göre Vahiy’in konularını şöyle toplaya biliriz:
1. Mesih ile kilisesi arasında tarih boyunca süren ilişki gönderilen 7 mektupla özetlenir (Rab 7 şamdan ortasında). Bu dönem kilisenin bulutlara, Rab’bin yanına alınmasıyla sonuçlanmaktadır (Bölüm 1-3).
2. Göksel taht ve tapınma. Tanrı’nın devletler üstü yönetimini simgeleyen 7 mühür, kuzunun kanı sayesinde açılmıştır. Bunlar hem tarihin akışını, hem de son olayları belirler. Rab zafer kazanmıştır (Bölüm 4-7)
3. Yedinci mühür açılınca 7 borazan çalınır. Sonun belirtilerini ve Tanrı’nın göndereceği yargı belalarını önceden haber veren yeni bir peygamberlik dönemini simgelemektedir (Bölüm 8-11).
4. Bu bantta çocuk doğuran İsrail olarak simgelenen İsrail ile Şeytan arasındaki çatışma ve Şeytan’ın (ejderha) beden alıp bir insan olarak (canavar) kurduğu dünyasal yönetim konu edilmektedir (Bölüm 12-14).
5. Gazap Taslarından borazanların önceden haber verdikleri felaketler, canavarın peşinden giden dünya üzerine dökülmektedir. Kutsallara yapılan kötülüklerin hesaplaşma günü gelmiştir (Bölüm 15-16).
6. Sonunda fahişe (sapkın dinler) ve Babil (puta tapar dünyasal sistem) Mesih’in gelişiyle yenilirler. İşte o zaman Mesih’in 1000 yıl süren doğruluk krallığı yeryüzünde kurulacaktır (Bölüm 17-19).
7. Şeytanın son bir isyanından sonra son yargı günü gelir ve sonsuz yaşama kavuşanlar, yeni gök ve yeni yerde (cennette) Rab ile birlikte sonsuza dek süren bir mutluluğa kavuşurlar (Bölüm 20-22).
Ayrıca çizelgede göğe yükselen eller vahiy kitabı boyunca göksel tapınmayı ve sallanan bayraklar ise zafer sahnelerini simgeliyor. Vahiy bölümündeki kutsalların Rab’be en derin tapınmasını gösterirken bize de Mesih’in zaferine ortak olma sevincini yaşatıyor ve gerçek tapınmayı bize öğretiyor.
Şu ana kadar geçen konuların kısa tekrarı ve anahtarlar :
1. Vahiy 1:19
2. 7 Rakamı
3. Paralellik İlkesi
Sizlere ilk olarak birinci kısma bakmadan önce Kutsal Kitap’ta ki Apokaliptik bir yazı olan Daniel Peygamberin kitabında ki Vahiy Bölümü ile ilişkili 70 haftalık peygamberliği incelemek istiyorum. İlk önce bu konuyla ilgili ayetleri okuyalım:
Daniel 9:24-27
a. 24. ayete baktığımız da İsrail’in geleceğine ilişkin 70 haftalık bir süre saptanmaktadır. Bu süre üçe bölünüyor:
1. Fars kralının verdiği fermandan Kudüs inşaatının bitimine kadar 7 hafta geçer.
2. Mesih’in ölümüne kadar 62 hafta daha geçer (toplam 69 hafta).
3. Son olarak İsrail tarihine ait ve ikiye bölünen son 1 haftadan söz edilmektedir (ayet27).
b. İbranice’de hafta kelimesi yedilik demektir. Yedi gün de olabilir, yedi yıl da olabilir. Eğer bir hafta yedi yıl ise:
Birinci Süre : (7 hafta x 7 yıl = 49 yıl yapar) ve tarih göstermektedir ki Tapınak 49 yılda yeniden inşa edildi.
İkinci Süre : İlk 7 hafta ve 62 hafta boyunca devam eder (toplam 69 hafta x 7 yıl) yani
483 yıl Kudüs’ün inşasına izin veren ferman İ.Ö. 450 yıllarında çıktı bu tarihten itibaren 483 yıl saymaya başlarsak çıkan tarih İ.S. 33’dür. Yani hesap İsa Mesih’in ölümüne denk geliyor. Daniel 9:26’da 69. haftadan sonra Mesih’in yaşamı alınacak diyor.
a. Bundan sonra Kudüs şehrinin yok edilmesinden söz edilmektedir. Geriye son 1 hafta kaldı. Bu hafta ikiye bölünüyor ( yani 3,5 yıllık iki yarıya ). Bu Peygamberlik Tanrı’nın İsrail’i ile ilgili bir Peygamberliktir. Ama İsrail, İsa’yı çarmıha gerdikten sonra İsrail olmaktan yani Tanrı’nın özel halkı olmaktan çıktı. İsrail ne zaman yeniden Tanrı halkı konumuna gelirse işte bu bir haftalık son süre o zaman işlemeye başlayacak.
b. Bu Peygamberlik 70 haneye bölünmüş bir saate benzemektedir. Saatin ibresi döndü, döndü, döndü ve sona bir hafta kala durdu. İsrail yeniden seçilmeli ki bu son hafta yani son 7 yıllık dönem devreye girsin. Bu hafta iki yarıya bölünmüştür.
c. 7 yıllık dönemin bölünmesi ile ortaya çıkan bu 3,5 yıllık dönemler büyük sıkıntı dönemleri oluyor. Bu dönemde Mesih Karşıtı İsrail ile yaptığı anlaşmasını bozacak Tapınağın en kutsal yerine geçerek kendisini Tanrı ilan edecek (2.Selanikliler 2:1-8).
Bu yasa tanımaz adam ile ilgili tarihte değişik yorumlar oldu. İ.Ö. 200 yılında Antiyak Epifaros Kudüs’te ki Tapınağın en kutsal yerine domuz oturturdu ve ondan sonra ki yıllarda İ.S. 70 yılında Titus Tapınağı yıktı ve Yahudi olmayanlar Tapınağa girerek en kutsal yerdeki eşyaları yağmaladılar. Katolik Kilisesi bir dönem Martin Luther’i Mesih karşıtı ilan ederken aynı zamanda başka bir grup Mesih İmanlısı, Papayı Mesih karşıtı ilan etti.
Bütün bu ayetlere baktığımızda Peygamberlik Sözleri’nin nasıl gerçekleştiğini, gerçekleşiyor olmasını ve gerçekleşeceğini görebiliyoruz. Tıpkı bir doğum sancısı gibi önceleri yavaş yavaş sonra şiddetli oluyor.
Bütün bunları değerlendirdiğimiz de Vahiy kitabı düzensiz bir kaosa değil, mükemmel bir matematik formülüne benzemektedir. Formülü çözdükçe anlamak daha kolay oluyor. Formülü biraz olsun çözdüğümüze göre birinci kısma yani 1’den 3. bölüme kadar olan zamanı inceleyebiliriz.
7 KİLİSE ( 1.BANT 1.VE 3. BÖLÜMLER )
GİRİŞ:
Vahiy Kitabı’nın ilk ayetlerine baktığımızda Yuhanna hemen ilgimizi Vahiy bölümünün İsa Mesih’in vahiysi olduğuna dikkat çekiyor. Daha önceki derste Vahiy kitabının 1 ve 3. bölümlerini Mesih ile kilisesi arasında ki ilişkinin bir özeti olduğunu söylemiştik. Bu sözler bizim için de geçerlidir. Çünkü hala biz “Kilise Dönemi”nde yaşıyoruz.
Giriş bölümünde ki 4 ve 6. ayetlere baktığımızda 7 kiliseye selam gönderiliyor, ayetin sonun da “Lütuf ve esenlik sizin olsun” diyor. İncil’e baktığımızda İsa Mesih dirildikten sonra öğrencilerine “Korkmayın, sizlere esenlik olsun” ve Yuhanna 14. bölüme baktığımızda “Sizlere esenliğimi bırakıyorum” diyor.
Romalılar bölümüne baktığımızda imanla aklanıp tam bir esenliğe kavuştuğumuzu öğreniyoruz. Çünkü Tanrı ile barıştık. Esenliğimiz neye bağlıdır? Yaşadığımız durumlara mı? Yoksa esenliği verene mi? Rab esenliğini sıkıntı da olan imanlılara daima veriyor. O’na daima sıkı bir şekilde bağlanmamız gerekiyor. O zaman Homeros’un Odessia adlı destanında ki Ulyses gibi olacağız.
Bu eserde, deniz kızları yaşadıkları adanın yakınlarından geçen denizcileri tatlı şarkılarıyla kıyıya çekmektedirler. Bu tatlı çağrılara karşı koyamayan denizciler tekneleri ile kayalıklara çarparak parçalanmaktadırlar. Ulyses’in de bu sınavdan geçmesi gerekir. Mürettebatın kulaklarını pamukla iyice tıkayıp kendini de geminin direğine bağlatır. Böylece kulakları açık olduğu halde eli kolu bağlıyken tuzağa karşı koymuş olur ve bu denenmeden başarıyla çıkar.
Rab’bin esenliği O’na bağlı kaldığımızda bütün sıkıntılara karşı koyabildiğimiz sarsılmaz bir direk gibidir. Esenlik, imanlının yüreğinden yansıyan Tanrı’nın gülümsemesidir. Lütuf ve esenlik Baba aracılığıyla sağlanır, Kutsal Ruh aracılığıyla dağıtılır ve Oğul aracılığıyla tarafımızdan hak edilmiş olunur.
Böylece Vahiy’de ki selam Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tan gelir. Varolan, varolmuş ve varolacak olan ifadesi ezeli ve ebedi olan değişmeyen Tanrı demektir. Yani burada Tanrı “Ben Yahveyim, varolanım” diyor. İbranice’de “eşher” kelimesi sürekli varolmaktayım demektir. Dikkat ederseniz önce “varolmuş” değil “varolan” diyor. Rab geçmişi ve geleceği bitmeyen zamanın üstünde yaşıyor.
Yuhanna bu kitabı yazdığı dönemlerde Asya ilinde bulunan kiliselere hizmet ediyordu. Rab Yuhanna’ya bu kiliseler için bir mesaj veriyor. O dönemde 7 kilise mi vardı? Hayır. Ne demiştik, Vahiy bölümünü çalışırken anahtarlarımızı kullanacağız. Bunlardan birisi neydi? “7 rakamı”
O dönemde 7 kilise yoktu çok kilise vardı. Burada ki 7 kilise ile Kilise’nin bütünlüğü yani tamlığı simgelenmektedir. Rab bu mektuplar aracılığıyla 7 kiliseye seslenmektedir. Adı geçen bu kiliseler bize değişik konularda örnek olarak gösterilmektedirler.
Her mektup aslında gerçek bir kilise cemaatinin gereksinmelerini dile getirmekle birlikte tarih boyunca Kilise’nin yaşadığı önemli durumları ve sorunları dile getiriyor. Vahiy’de adı geçen bu 7 mektup Kilise’nin tüm tarihine seslenmektedir.
İNSANOĞLU :
Yuhanna kendisini sesleneni görmek için baktığında İnsanoğlu’na benzer birini gördüm diyor. İnsanoğlu Mesih ile ilgili bir ünvandır ve İsa’nın Tanrılığını açıklayan İncil’de ki en güçlü ifadelerden birisidir. Neden en güçlü ifade diyoruz? Çünkü Daniel 7:9-13 ve 10:5-6 ayetlerine baktığımızda İnsanoğlu deyimi Baba Tanrı için kullanılıyor, Vahiy Bölümü’nde aynı yüceliği İsa’da görüyoruz. İsa Tanrı’nın yüceliğine Yehova Şahitleri’nin dediği gibi sonradan ortak olmamıştır. Önceden aynı yüceliği paylaşıyordu.
Ve Yuhanna görümünde İnsanoğlu’nun yani İsa’nın 7 kandil arasında, yani 7 kilisenin ortasında olduğunu ifade ediyor. Bu bize İsa’nın mesajını gösteriyor. O dönemde bazıları 2.Petrus 3:3-4’ten anlaşılacağı gibi Rab’bin gelişini neden geciktirdiğini anlamayıp umutsuzluğa düşmeye başlamışlardı. Rab’bin gelişini geciktirmesi yetmiyormuş gibi dev düşmanlar imanlıları ezmeye başlamışlardı. Rab bu olaylara sanki seyirci kalıyormuş gibiydi.
Ama buna karşılık Yuhanna’nın görümünde İsa’nın 7 kandillik ortasında olması “Ben sizin aranızdayım, bunu bilin, dokunun, hissedin, kabul edin.” diyor. Ayrıca “Sınırsız tanrılığım, gücüm ve görkemimle aranızdayım, size yapılan her haksızlığın hesabını tutuyorum. Çünkü onlar size değil bana yapılmıştır.” ( Örnek: İsa’nın Şam yolunda Pavlus’a söylediği söz ). İsa Mesih aramızdadır ama bu bir mecaz değildir. “Atam senin izindeyiz” diyoruz, bu sadece gönülde canlanan güzel bir duygudur. Halbuki Mesih Ruh’ta ve gerçekte aramızda olup bizlere sesleniyor.
Esinleme 1:11-20’de geçen 7 kandil yani 7 kilise Kilise’nin bütünlüğünü anlatıyor dedik. Yani Mesih’le bütün kiliseler arasındaki ilişkiyi anlatmaktadır. Ve birinci bandın sonunda yani Vahiy 3.bölümden sonra “kilise” kelimesine bir daha rastlamıyoruz. Neden? Çünkü Kilise göğe alındı (1.Selanikliler 4:13-18). Diğer bir yorum ise Kilise var ama simgesel olarak anlatılıyor ( 144.000 kişi gibi ).
7 KİLİSE :
İsa her kilisede Leodikya hariç övülmeye layık gelişmeler bulmaktadır. Bu kiliselerin beşinde eleştirilecek yönler vardı, diğer ikisinde ise Filedelfiya ve İzmir örnek kiliselerdir. Şimdi bu kiliselere kısaca bakalım.
1. EFES KİLİSESİ : Efes, o dönemde Asya ilinin yani bugünkü Ege bölgesinin başkentiydi. Bu kent inançları ve büyücülüğü ile ünlüydü. Zengin bir ticaret merkezi olup tanrıça Diyana (Artemis) ibadetin merkeziydi.
O dönemde Efes Kilisesi, çok yoğun baskılar görüp yoğun bir ruhsal savaş yaşayan bir kiliseydi. İmanlılar arasında farklı öğretiler yayan Nikolas yanlılarına karşı çıktılar. Çünkü onlar ruhsal özgürlüğü ileri sürerek imanlılara putlara kesilen kurbanları yediriyor ve ahlaksızlıklara izin veriyorlardı.
Efes Kilisesi’nin başarısı gayretiydi, yanlışı ise ilk sevgiyi yitirmekti. Biz de Rab’de ki ilk sevgimizi yitiriyor muyuz? Rab ile olan ilişkimiz, şekilselliğe ve rutinleşmeye mi yoksa sevgide büyümeye mi gidiyor?
2. İZMİR KİLİSESİ : İzmir Kilisesi, üçüncü müjdeleme gezisi sırasında Pavlus tarafında kuruldu (İ.S.53-56) Orada 1.yy.ın ilk yarısında kilisenin önderi Polikarp yakılarak şehit edilmişti ( İ.S. 155 ). Sezarı Rab olarak tanıması için O’nu zorlayan cellada Polikarp şunu söyledi, “Sen beni ancak bir saat süreyle yanıp sonra sönecek olan ateşle tehdit ediyorsun fakat kötüler üzerine gelecek olan yargı ateşinden ve sonsuz cezadan habersizsin. Ne duruyorsun, ne yapacaksan yap.”
Bu kiliseye yapılan baskılar devlet yetkililerinin inisiyatifiyle değil Yahudilerin körüklemesiyle yapılmıştır (Vahiy 2:9). Rab yine de kendini Kilise’nin gereksinimini karşılayan niteliklerde tanıtıyor. Onlara sizleri tehlikeden koruyacağım demiyor, “Ölmüş ve yaşama dönmüş, ilk ve son benim. Siz benim uğruma ölseniz de benimle yaşayacaksınız” demek istiyor.
Rab’den gelen teselli, bizi bilmesinden ve “Sonsuz Yaşam”ı vaat etmesinden kaynaklanır. Rab durumumuzu biliyor (Mezmur 56:8 ve Vahiy 2:9) ve her şeyi görüyor.
Sıkıntıda olan kilise Rab’den azar görmeyen kilisedir. Baktığımızda bu kilisenin başarısızlığı ve yanlışı yoktu. Sıkıntılar bizi kamçılar, olgunlaştırır ve Rab’be bağlar. Sıkıntılardan geçeceğimizi ilk duyduğumuz zaman yüreğimizi korku sarar. Ama Kilise tarihinde yaşanmış bazı derin fedakarlık örneklerini öğrendiğimizde yüreğimiz alevlenir ve aynı ruhsal hararetle yanmak isteriz. Filipeliler 4:3’de adı geçen Klement 2.yy.ın başlarında Korint’te bulunan kiliseye yazdığı bir mektupta, yakalanan evli imanlıların aslanlara atılmaması için bazı bekar imanlıların gönüllü olarak onlarla yer değiştirdiğini yazıyor.
Böyle bir adanmışlığa erişemesek de karşısına çıktığımızda Rab bizi aynı şekilde sevecektir. Ama O’nu tam olarak hoşnut etmiş olmanın mutluluğundan yoksun kalacağız. İzmir Kilisesi’nin en büyük başarısı sadık kalmaktır. Çünkü sadık kalmak en büyük zenginliğimizdir. Bu kilisenin başarısızlığı yoktu.
3. BERGAMA KİLİSESİ : Bergama, İ.Ö. 133 yılında kurulan bir şehir ve İ.S. 29 yılında Asya’nın başkenti durumundaydı. Bergama, ekonomik yönden Efes ve İzmir kadar önemli değildi ama kültürel yönden çok büyük ve çok önemli oldu. O dönemde İskenderiye’den sonra en büyük kütüphaneye sahipti ve bir çok sanatçı ve şair barındırıyordu. Ruhsal açıdan Bergama’da ki kilisenin Rab’bin gözünde önemli bir yeri vardı. Aynı İzmir’de ki imanlılar gibi Sezara tapınmayı kabul etmedikleri için Bergama topluluğu da aynı İzmir gibi çok acı çekti. Ve Rab Kilise’ye seslenirken “Şeytan’ın tahtı oradadır.” diyor. Rab bunu söylerken yılan simgesinin altında şifa tanrısı olarak tapınılan Evskulapyus’u kastediyor. Bergama topluluğu, Rab’bi inkar etmeyi reddetmişti ama başka bir şeyi ihmal etmişti: Kilise’nin disiplinini.
Aralarında Efeslilerin taviz vermedikleri Nikolas yanlılarının bulunmasına izin veriyorlardı. Ve bu Nikolas yanlıları, öğretileriyle topluluğu saptırıyor ve ayartıyordu. Ve Rab onları ikaz ediyor, “Ya onlar kilisenin bu tümörünü kesip atarlar, ya da Rab onları kesip atacaktır.” Günümüzde de buna benzer sapmalar oluyor. Kiliseler kendi içlerinde başka öğretileri hoş gördükçe ne oluyor? Bunlar büyüyerek topluluk bedeni içerisinde bir virüs gibi yayılıyor. Tarih boyunca Hıristiyan toplulukları içine sızan birçok batıl inançlar olmuştur. Ve daha sonraları bu inançlar şekilselliği ve putlaşmayı getirmiştir.
İşte bu yüzden Rab Bergama topluluğu aracılığıyla böyle durumda olan kiliseleri uyarıyor, tövbeye çağırıyor ve yanlış öğretilerin uzaklaştırılmasını istiyor. Ve Rab sadece kendisine bakarak yürümemizi istiyor. O zaman bize ödül olarak saklı mandan vereceğini söylüyor. Man, yaşam sözüdür. Yani Mesih’in doluluğudur. İsa diyor, “Ben yaşam ekmeğiyim”, ayrıca “Ona beyaz taş ve bu taşın üzerinde yazılı olan yeni bir ad; alandan başka kimsenin bilmediği bir ad vereceğim” diyor. İsa’nın verdiği bu taş, ruhsal vatandaşlık ve kalıcı olan kimliğimizi simgeliyor. Hepimizin kendimizi tanıtan bir kimliği var, Orada da kimliklerimiz olacak. Başka hiç kimsenin bilmediği ad ise Rab’bimiz İsa ile olan kimsenin karışmadığı ve yok edemeyeceği o müthiş ruhsal ilişkiyi simgeliyor. Özetleyecek olursak, Rab bize “Sadık kalın, putlara yönelmeyin, imanla galip gelin. İşte o zaman her birinizle özel bir ilişki kuracağım” diyor.
4. TİYATİRA KİLİSESİ : Akhisar adıyla anılan Tiyatira, İzmir-Bursa Karayolu üzerinde kurulu bir kenttir. İ.Ö. son yy.larda kurulmuştur. Dini yönden önemi yoktu, sadece bir zamanlar Apollon Tyrimnos burada yüceltilmişti. Bir de falcılık yapanlar vardı. Onun dışında başka ilahlara veya Roma İmparatoru’na adanmış önemli bir tapınak yoktu.
Vahiy bölümünde ki kiliselere yazılan mektupların en uzunu bu topluluğa yazılıyor. Bu topluluğun başarısı, sabrıydı. Rab’bin gözünde topluluğun sabrı çok iyi ve Rab topluluğun bu sabrını övüyor fakat topluluk içinde İzebel olarak adlandırılan bir kadın peygamber var. Bu kadın yaptığı peygamberlikler ile insanları saptırıyor. O dönemde topluluk içinde çevredeki diğer inançları hoş görmeyi hatta onların ibadetlerine ve törenlerine katılmakla imanlıların kirlenmeyeceklerini öğretiyordu. İzebel bir zamanlar İsrail’i ahlaksızlığa ve putperestliğe sürükleyen Fenikeli bir kraliçeydi (1.Krallar 16:31).
Bizler de, topluluk olarak peygamberlik veya esin iddiasıyla gelen öğretilerin ve sözlerin neyi teşvik ettiğini sınamamız gerekir. Kilise içinde Rab’be sadık kalan bir grup bulunuyordu. Anlaşılan güçlü bir kesim değildi. O zaman Rab’bin yüreğine ve ahlakına uymayan öğretilere karşı imanlının silahı nedir? “Sizde olana sımsıkı sarılın” ayetidir. Nedir hem onlarda hem de biz de olan şey? Filipeliler 2:14-15 Her öğretinin ve uygulamanın kıstası olan Tanrı sözü, doğruluğun tek kılavuzudur.
Galip gelene yani Rab’bin işlerini sonuna kadar sürdürene ulusların üzerinde yetki vereceğim diyor Rab 26. ayette. Bu ayet bize şunu gösteriyor ki, dünyayı Rab’bin tasarladığı hedefe yönelten şey Kilise’nin imanı, bağlılığı ve duasıdır. Ayrıca sabah yıldızı vaat ediliyor. Sabah Yıldızı, nasıl gökyüzüne hükmedercesine sabahları aydınlatan tek yıldız ise Rab’bin gelişi de öyle olacak. Bu unvan Krallık yetkisinin bir simgesidir. Yetkiyi gösteriyor ve İsa’nın kendiside diyor ki, “Bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin ve bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin.” (Matta 28:18-19).
5. SART KİLİSESİ : Sart, Filedelfiya ve Tiyatira arsında Bozdağ’ın bir uzantısında 500m yükseklikte kurulu bir şehirdir. Fethedilmez unvanı vardır. Bu mektup yazılmadan 700 yıl önce Sart, dünyanın en önemli bölgelerinden birisiydi. Buradaki topluluğu ruhuyla güçlendirmek, dolu bir yaşama yönlendirmek isteyen İsa Mesih maalesef toplulukta övülecek pek bir şey bulamıyor.
Nasrettin Hoca, belediye başkanıyla kavgalıydı. O yüzden başkan Nasrettin Hocanın sözünü hiç dinlemedi. Kısa süre sonra başkan öldü ve çevresinde ki insanlar Hocaya gelerek, “Hocam, başkan için dua edip bir şeyler söyler misin?” dediler. Nasrettin Hoca, bu teklifi reddederek şöyle dedi: “Beni yaşarken dinlemedi ki ölüyken dinlesin.”
Ölüler dinlemez. Sart topluluğunun sorunu buydu. Orada ki imanlıların çoğu ruhsal çöküntüye uğramıştı. Bu yüzden Rab kendini topluluğa Tanrı’nın yedi ruhuna sahip olan kişi olarak tanıtarak ruhsal yaşamın kaynağının kendinde olduğunu gösteriyor.
Kilise kendi ruhsal gereksinimini fark etmiyor. “Yaşayan topluluk olarak ad yapmışsın ama ölüsün, uyan” diyor Rab. Ama Sartlı imanlılar, gayet rahat ve durgundurlar bir mezarlık gibi. Rab uyarıyor “Tövbe et. Eğer uyanmazsan bilmediğin saatte sana hırsız gibi geleceğim.”
Sart şehri, geçmişte iki defa gece saldırısına uğramıştı ve hazırlıksız yakalanmıştı. Kresus zamanında (İ.Ö.549) ve Büyük Antiyukus zamanında (İ.Ö.218). Bu yüzden uyarının ne anlama geldiğini çok iyi anlayacak durumdaydı. Peki bizler kendimizin de yenilmez olduğunu düşünüyor muyuz? Eğer böyle görüyorsak, tehlike her an yanı başımızda kendini gösterebilir.
6. FİLEDELFİYA KİLİSESİ : Alaşehir Vadisi’nin ortasında bulunan Filedelfiya, kardeşlik sevgisi anlamına gelen ismini II.Atolus zamanında O’ndan almıştır. Lidya ve Firigya illerinin kültür merkezi olması düşüncesiyle kurulan şehir 4 yol vazifesi görüp önemli Yahudi kolonilerini barındırmış ve Anadolu’da Müjde’nin yayılmasında da büyük etkisi olmuştur. “Sözüme uydun ve adımı inkar etmedin.” sözüyle kilisenin sıkıntılardan geçtiği anlaşılıyor. Ama yine de sabırla dayanıyor ve Rab’den övgüler alıyor. Müjdeci olan bu kiliseye tıpkı İzmir Kilisesi gibi hiçbir sitem yok. Filedelfiya, hepimize Rab’bin sevgisini kabul etme ve böylece İsa ile müjdeyi yayma konusunda eşsiz bir örnek ve teşvik vermektedir.
7. LEODİKYA KİLİSESİ : Pamukkale’nin hemen yanı başındaki Hiyerapolis yakınlarında bulunan bu şehir, termal sulara sahipti. Ve parlak ticaret merkezi olarak ün kazanmıştı. Asya ilinin en önemli ticaret yolu buradan geçiyordu. Burada önemli bir tıp okulu vardı. Aynı zamanda göz hastalıkları için merhem üretiliyordu ve zengin bir giyim sanayisi vardı.
Buradaki imanlılar buranın maddi zenginliklerinden yararlanırken bu bolluğu Rab’bin özel bir bereketi olarak yorumlarken gerçek ruhsal değerleri göz ardı ediyorlardı. Ama bunun en acı tarafı ise kendilerinin ruhsal olarak da zengin olduklarını düşünmeleriydi. Bu yüzden ruhsal disiplin konusunda gevşektiler. İmanlı olup ruhsal mücadeleye aldırmayan kardeşler, ne sıcak ne de soğuk, ılıktılar. Ilık termal suları nasıl mide bulandırır, kusturursa Rab’de böylelerini ağzından kusacağını söylüyor.
Leodikya topluluğu, kendisini üstün görüyordu. Bu yüzden üstünlük duygusu veren her türlü ruhsal anlayış Rab’bin gerçek bereket sofrasından bizi uzaklaştıran ruhsal bir tokluktur. Yalnız ruhta yoksul (aç) olanlar göklerin egemenliğini miras alacaklar. Bizler Rab’de dimdik ayakta kalabiliyorsak yine de bu bizim gücümüzle değil ama O’nun lutfu sayesindedir. Bu yüzden Rab’bin zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak olarak değerlendirdiği bu topluluğa kendisinden lutuf almasını salık veriyor.
Vahiy 3:18
Arıtılmış altın : Denenmiş imandır (1.Petrus 1:7)
Beyaz giysiler : Mesih’ten gelen doğruluk (Romalılar 13:14)
Gözler için merhem : Yüreği aydınlatan Kutsal Ruh’un işleyişidir (Efesliler 1:17-20)
İltihaplı yarayı temizlemek ve dağlamak canı yaktığı halde nasıl şifa getirirse Rab’bin sert uyarıları ve imanlılara verdiği cezaları da sevgisinin derinliklerinden kaynaklanan ruhsal iyileştirme sağlar. Rab, “Sevdiklerimi azarlayıp terbiye ederim.” diyor.
Genellikle müjdeyi duyurmak için kullandığımız “İşte kapı da durmuş kapıyı çalıyorum…” ayeti (Vahiy 3:20) aslında kiliselere yönelik bir çağrıdır. Gerçek, zengin yaşama ve ruhsal uyanışa bir davettir. “İşte kapıdayım” ifadesinin anlamı Mesih için yeryüzüne ikinci gelişini haber vermektedir. “Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa” sözünden bunun imanlıya kişisel bir çağrı olduğu; “Akşam yemeği” ifadesinden ise toplu ilişkilere çağrı olduğu anlaşılmaktadır. Akşam yemeği, ailenin bir araya gelip her şeyini (üzüntüsünü, neşesini, yoksulluğunu, bolluğunu…) paylaştığı zaman ve ortamdır. Burada ki akşam yemeği, hem özel ilişkide hem Rab’bin sofrası da hem de kuzunun düğün şöleninde bulunmaktır.
7 MÜHÜR ( 2.BANT 4. VE 7. BÖLÜMLER )
GİRİŞ:
Yedi kiliseye gönderilen mektuplardan sonra Vahiy kitabı’nın geri kalan 19 bölümü boyunca Kilise’den bir daha söz edilmiyor; uluslardan ve İsrail’den, Babil’den ve canavarlardan söz edilmekte ama Kilise’den söz edilmemektedir. Bunun iki açıklaması olabilir:
a. Kilise’den simgesel olarak söz ediliyor.
b. Kilse dönemi geri de bırakılıp yeni bir dönem anlatıldığı için.
Bu yüzden bir açıklama yapmak gerekir. İncil Yahudileri, diğer ulusları, Kiliseyi oluşturan imanlıları birbirinden ayrı insan grupları olarak adlandırır (1.Korintliler 10:32). Vahiy Kitabı’nda da hem dünya tarihinden hem Kilise tarihinden, hem de Tanrı’nın tasarısında tekrar yer alan yeni bir İsrail ‘den söz ediyor (Bu İsrail’i bugünkü İsrail ile karıştırmayalım).
İncil’in müjdesi diğer uluslara açıklandığında henüz Eski Antlaşma’da gerçekleşmemiş İsrail’e yönelik birçok peygamberlik devam etmektedir. Ama İsrail reddedilmiş, yerine Kilise seçilmiştir. Ne oldu? Tanrı kendi sözünü yerine getirmiyor mu yoksa? Verdiği vaatleri unuttu mu ya da iptal mi etti? “Tanrı insan değil ki yalan söylesin, insan soyundan değil ki düşüncesini değiştirsin, O söylerde yapmaz mı? Ya da söz verir de yerine getirmez mi?”
Bazı yorumcuların yaptığı gibi İsrail ile ilgili vaatler Kilise döneminde ruhsal olarak gerçekleşti deyip de es geçemeyiz, kesip atamayız. Mesih inancının sırf İncil’e değil Eski Antlaşma dahil bütün Kutsal Kitap’a dayandığını ve bütün yazıların aynı derecede Tanrı esini olduğunu unutamayız.
Diğer ulusların elçisi olup aynı zamanda Yahudi olan Pavlus Kilise ve İsrail ile ilgili bu bilmeceyi çözmek istedi ve Kutsal Ruh O’na cevap verdi.
Romalılar 11:25-26
Bu ayette üç halk grubu göze çarpıyor:
1. Şimdiki dönemde diğer uluslardan kurtulanlar Tanrı halkını oluşturur.
2. Bu dönemde iman eden Yahudiler de bu kapsama girer.
3. Diğer uluslardan iman edenlerin sayısı dolduğunda İsrail yine bir bütün olarak Tanrı Halkı konumuna ve kurtuluşa kavuşacaktır.
Vahiy’de ki Kilise ile Yeni İsrail’i, Tanrı Halkı başlığı adı altında toplayabiliriz. İmanlıyı imanlı olarak gösteren şey Tanrı’ya olan bağlılığıdır. Ne Kilise’yi batıyla, ne de yeni İsrail’i Siyonist hareketlerle karşılaştırmamak gerek. Gerçek iman soydan gelmiyor. Uyruğuna bakmaksızın doğrudan Tanrı’dan kişiye geliyor (Yuhanna 1:12-13).
Eski Antlaşma’da Tanrı Halkı İsrail idi. Buna İbrani inancını kabul edip İsrail vatandaşlığına geçenlerde dahildi. Yeni Antlaşma’da ise Tanrı Halkı Kilise’dir. Buna Mesih inancına bağlanan Yahudiler de dahil. Ama son günlerde, 7 yıllık sıkıntı döneminde sırf Kilise diyemeyeceğimiz, sırf İsrail diyemeyeceğimiz yeni bir Tanrı Halkı olacak. Ve yeni İsrail eski vaatleri miras alarak Daniel’in bahsettiği son hafta devreye girecek.
Vahiy Kitabı’nda böyle bir yorumu neye dayanarak yapıyoruz? Tabi ki peygamberlik sözlerine dayalı olarak. Henüz bu peygamberlikler gerçekleşmediği için bunları anlamakta çok zorluk çekebiliriz. Kendi kendimize böyle bir şeyin olması mantıklı mı, mümkün mü? Diye sorabiliriz. Ama Kutsal Kitap diyor ki, “Tanrı için imkansız olan hiçbir şey yok ve Tanrı’nın düşüncesi insanınkinden üstündür.”
Tarih boyunca Tanrı’nın Halkı da peygamberlikler yerine gelmeden onları yorumlamakta ve anlamakta zorluk çekip durmuştur. Eğer İbrahim’in zamanında yaşasaydınız Tanrı’nın İbrahim’e vermiş olduğu vaadi nasıl yerine getireceğini tahmin edebilir miydiniz?
En büyük örnek İsa Mesih’tir. İsa Mesih’e dair birçok peygamberlik vardı Eski Antlaşma’da. Yahudiler bu peygamberlikleri çok iyi biliyorlardı, hatta ezberden söyleyebilirlerdi ama İsa’yı Mesih olarak tanıyan Yahudiler çok azdı. Henüz yerine getirilmemiş peygamberlikle karşılaştığımız zaman alçakgönüllü olmamız çok önemlidir. Tanrı ile karşılaştırıldığımız zaman ne kadar küçük olduğumuzu ve Tanrı’nın vaat ettiklerini nasıl yerine getireceğini kavrayamayacağımızı itiraf etmeliyiz.
İsrail ile ilgili henüz gerçekleşmemiş bu peygamberliklere baktığımız da bize mantıksız veya imkansız gelebilir ama Tanrı için öyle değildir. Tanrı İsrail’e ve bize verdiği tüm sözlerini ve vaatlerini gerçekleştirecektir. Ama ne zaman olacağını biz bilemeyiz.
Öğrencileri İsa’ya gelip son günler ne zaman olacak diye sorduklarında İsa onlara zamanı söylemedi ama dedi ki: “Göksel egemenliğin bu müjdesi tüm uluslara bir tanıklık olmak üzere bütün dünyada duyurulacak ve o zaman son gelecektir”(Matta 24:3,14). Ve yine Elçilerin İşleri 1:6-8’de öğrenciler İsa’ya şunu sordular: “Rab İsrail’e egemenliğini şimdi mi geri vereceksin?” İsa şu cevabı verdi: “Baba’nın kendi yetkisiyle belirlemiş olduğu zamanları ve tarihleri sizin bilmenize izin yoktur. Ama Kutsal Ruh üzerinize inince güç alacaksınız, Yeruşalim’de, tüm Yahudiye’de ve Samiriye’de ve dünyanın dört bucağında benim tanıklarım olacaksınız.”
İsrail ile ilgili henüz gerçekleşmemiş peygamberlikler
Amos 9:11-15
Hoşeya 3:4-5
Yeşaya 2:1-2 ve 11:9-10
Yeremya 31:31-34
Mika 4:1-2
Peygamberliklerin Kilise’den değil de ulus olan İsrail’den bahsettiğine dikkatinizi çekmek isterim. Pavlus’da Rab’bin İsrail’i tekrar kullanacağını İncil’de Romalılar 11:25-26’da söylüyor.
Geçen dersimizde çizelgemizin ilk bandını yani kiliselerle ilgili bölümüne bakarak Rab’bin hem o dönemde ki hem de şimdi bizim gibi topluluklara vermek istediği mesajlara kısaca değindik. Ve ikinci banda bir giriş yaptık ve bu banda giriş yaparken artık Kilisenin yeryüzünde olmadığını ve Selanikliler Mektubu’nda yazıldığı gibi göğe alındığını ifade ettik ve bundan sonra Tanrı’nın Kiliseyi değil ama yeni bir İsrail’i kullanacağını söyledik. Kutsal Kitap’a baktığımızda bunun olması gerektiğini görebiliyoruz. Çünkü henüz İsrail’le ilgili Kutsal Kitap’da ve Tanrı’nın verdiği vaatler arasında gerçekleşmemiş birçok peygamberlikler var ve Tanrı sözlerini ve vaatlerini gerçekleştiren bir Tanrı olduğu için bunları da gerçekleştirecektir, dedik ve şimdi ikinci bandımızı çalışmaya devam edelim.
Vahiy bölümünün yazılmasında ki amaç neydi? Dünya üzerine gelecek son felaketleri anlatmak mı? Hayır tarih boyunca imanlılar zaten bir çok sıkıntı yaşamış ve hala yaşamaktalar. Birçokları imanı uğruna canını bile vermiştir. Vahiy bölümü hesap gününü anlatır. Ama kitap boyunca en önemli konu asıl zaferimizin gökte olduğu gösterilmektedir. 4. ve 5. bölümler tarihi bir kenara bırakıp göksel tahtı gösteriyor. Yaşanan bunca acılara rağmen Taht etrafındaki imanlıların sürekli tapınma yaşamına girdiklerini görüyoruz. Yuhanna “Gökte açık bir kapı gördüm ve ruhun beni yönetimine almasıyla” diyerek göklere çağırıldığını söylüyor.
Esinleme bölümüne baktığımızda Yuhanna Ruh’un denetiminde göğe çıktığı zaman müthiş görkemli bir taht görüyor. Ve bu tahtta oturan yüceler yücesi Tanrı’yı görüyor. Hamdolsun Tanrımız “Taht”tadır. Güçlü bir Kral olarak duruyor. Dünyadaki yönetim sistemlerine baktığımızda devlet başkanları, başbakanlar, yöneticiler sık sık değişiyor. Tarihe baktığımızda da krallıkların sık sık değiştiğini görebilmekteyiz. Birisi tahttan iniyor hiç zaman kaybetmeden başka birisi geçiyor ve daima farklı kişiler yönetiyor. Ama hamdolsun sevinebiliriz çünkü göklerin egemenliği yani Tanrı’nın Krallığı böyle değildir. O daima güçlü bir Kral olarak tahttadır ve sonsuzluklar boyunca orada olacaktır. O’nun Krallığı geçici değildir sonsuza dek kalıcıdır. Her şeye egemendir ve tahtta oturur.
Amerika’ya yapılan saldırı herkes için büyük bir sürpriz oldu. Yaşanan şeyler CIA için FBI için MİT için sürpriz olabilir ama Tanrı’ya sürpriz olmaz. Tanrı’nın bilmediği hiçbir şey yoktur. O her şeyi bilir neler olup bittiğini ve neler olacağını bilir, geçmişi de geleceği de görür, sadece yaşanan olayları değil belirli planları değil her şeyi bilir, seni de beni de içten bilir.
Vahiy 4:1
İsa’nın öğrencisi Yuhanna buradan uzak olmayan Patmos Adası’ndaydı. Kendi ülkesi Filistin’den sürgündeydi. Yeni bir kültür, yeni bir halk, yeni bir dil… Her şey yeniydi onun için. Eve geri dönüş yolu tamamen kapalıydı. Belki de hayatı boyunca orada kalacaktı ama sonradan Efes’e gittiğini biliyoruz ve bu sürgün yerinde geçirecekti bundan sonraki hayatını. Ailesini, arkadaşlarını, akrabalarını getirecek yol tamamen kapalıydı. Sanki bütün yer kapılarını ona kapatmıştı. Ve bundan sonra diyor ki: “Bundan sonra gökte açık duran bir kapı gördüm.” Şükrediyorum yeryüzü bizlere kapılarını kapattığı zaman, insanlar bizlere kapılarını kapattığı zaman gökyüzünde bizim için açık olan bir kapı var.
Eğer hayatında, yeryüzünün kapılarının birçok noktada sana kapalı olduğunu hissediyorsan bunu hatırlatırım sana, İsa Mesih’in vasıtasıyla kapıdan giren herkes için gökteki kapı açık. Daha önce duymadığı bir ses olan bu ses için “İşittiğim ses.” diyor Yuhanna. Aynı şekilde bu günde dünyada birçok ses var. Bize verilen birçok öğütler var bugün. Ama İsa Mesih dedi: “Ben koyunlarımı tanırım, koyunlarım da benim sesimi tanırlar.” Özellikle bu zaman da, bugün de herkesin söyleyeceği bir şeyleri var. Fakat duyalım, işitmeye çalışalım Tanrı ne diyor? Bu günlerde Rab İsa’nın sözü ne diyor? Duymamız gereken söz budur. Ve insanların duyması gereken söz de budur. O ses ne diyor? “Gel diyor yakında olacak şeyleri sana göstereyim.”
Bugün dünyada neler oluyorsa olsun unutmayın ki Mesih’in Krallığının sonu olmayacak Rab’bimizin Krallığı sonsuzluklar boyuncadır ve Rab İsa her zaman Oradan yönetecek. Çünkü İsa her şeye egemen Rab’dir. İsa Mesih’i tanıyanlar, yaşamlarını ona verenler onunla birlikte sonsuzluk boyunca egemenlik sürecekler. Daha çok yukarıya çıkmamız gerekiyor, Tanrı ile daha çok zaman geçirmemiz lazım. İnsanların sesini duymaktansa Tanrının sesini duymaya ihtiyacımız var. “Gel çık yukarıya” ilginç olan şu ki Rab Yuhanna’ya çık buraya deyince Yuhanna diyor ki: “Aniden ruhta oldum.” Eğer Rab senden bir şey isterse Kutsal Ruh vasıtasıyla o şeyi yapman için sana güçte verecektir. Bu kitap hayatımızı Tanrı’ya adayınca Tanrı’nın bizim aracılığımızla neler yapacağını gösterir. Bu kitap her, “Ya Rab isteğin olsun.” dediğimizde bize bu gücü sağlayacaktır. Evet Rab seni daha çok tanımak istiyorum.
4. ve 5. bölümlerde “Taht” kelimesi 17 defa geçmektedir. Burası “Göksel Tapınak”ın en kutsal yeridir. Öyle ki Vahiy, tarihin yönlendirdiği doruğu, Eski Antlaşma’da ki tapınağın avlusundan en kutsal yere kadar uzanan bir yol olarak gösterir.Yani dünya sahnesinden cennete kadar uzanmaktadır.
Dünya bize haksızlık edebilir ama gün gelecek ki Rab bunların hesabını soracak. Rab bizleri hiçbir zaman unutmaz. Bu yüzden göklerde görkemli bir tapınma görebiliriz. Bizim yaşadığımız değişken olaylara bağlı değildir. Üç ana temele bağlıdır ve bu bize günlük kişisel tapınmamızın ya da Kilise’nin toplu tapınmasının ne gibi temellere bağlı olması gerektiğini göstermektedir. Bu üç ana temele bakmadan 4. bölümdeki göksel sahneyi biraz inceleyelim.
Taht : Tahtın Tanrı’nın olduğunu kolayca söyleyebiliriz. Bu tahtın görünüşü nasıl? “Tahtta oturanın yeşim ve kırmızı akik taşına benzer bir görünüşü vardı.” Eski Antlaşma’da ki kahinler tapınağın en kutsal yerine giderken böyle değerli taşlardan oluşan bir göğüslük takarlardı. Bunlar Rab’bin kutsallığını, paklığını ve görkemini simgelemekteydi. Buradaki taşlardan birisi billur gibi diğeri ise kırmızıdır. Bir taraftan Rab’bin kutsallığı diğer taraftan da O’nun günah üzerindeki gazabı ve yargısı simgelenmektedir.
Taht bir yargı kürsüsüdür. Ama bu tahtın etrafında onu çevreleyen bir gökkuşağı var. Gökkuşağı Kutsal Kitabımızın başka neresinde görebiliyoruz, hatırlıyor musunuz? Nuh tufanında. Tanrı tufanla insanları yargıladı ama Nuh ve ailesiyle bir antlaşma yaptı. Bir daha dünyayı böyle bir tufanla yok etmeyeceğine söz verdi ve bu antlaşmaya sadık kalacağına dair işaret olarak gökkuşağını gösterdi. Burada aslında Rab ne anlatıyor? “Ben vaatlerime sadık kalırım.” demek istiyor. Yönetimi simgeleyen taht etrafında önce onun sadakatini görüyoruz.
Tahtın Etrafındaki 24 Ayrı Taht : Bu tahtların üzerinde oturan 24 ihtiyar İsrail’in 12 oymağı ve Kilise’nin temeli olan 12 elçisidir. Böylece bütün çağlardan Tanrı halkının temsilcileri sürekli tahtın önünde durmaktadırlar. Onlar bir şekilde Göksel Tahtın yetkisine paydaştırlar. Bu 24 ihtiyar, beyaz giysilerle, Tanrı’nın bizlere Mesih göğe alındıktan sonra Kutsal Ruh’u aracılığıyla verdiği doğruluk yaşamının simgesidir. Bu doğruluğu biz kendimiz bulamayız. Mesih’i giyinmekle kazanabiliriz. Galatyalılar 3:25-28.
Şimşekler, Uğultular ve Gök Gürlemeleri : Vahiy kitabı boyunca sık sık karşınıza çıkar (8:5, 10:3, 11:19, 16:18) ve bu olaylar son fırtınanın yaklaştığını haber verirler. Ve bunlar tahttan çıkıyorlar. Hatırlarsanız Vahiyde video bandı başa sarılıp olaylar farklı açılardan birkaç defa gösterilir demiştik. Ama her seferinde bakış açısı değişir, derinlik artar ve olaylar daha büyük şiddet kazanır. Tıpkı doğum sancılarında olduğu gibi giderek sıklaşır ve acısı artar. Zaten bunu İsa Mesih’in kendisi de öğrencilerine söylemişti. Matta 24:3-8. Savaşlar, afetler, salgın hastalıklar, depremler sıklaşır ve şiddet kazanır. İşte bu şimşekler, uğultular ve gök gürlemeleri video bandının tekrar başa sarıldığını gösterir.
Cam Deniz : Buradaki cam denizinin vahiy 15:2’ye baktığınızda zafer kazanan imanlılar olduğunu görüyoruz. Özellikle bu müjde uğruna ölüp zafer kazananları simgeliyor. Doğan güneşin bütün görkemini yansıtan deniz gibi taht üzerindekinin görkemini yansıtanlarda öyledir. Çünkü Mesih imanlıları, geçirdikleri durumlar her ne olursa olsun, yaşayışlarında ayna gibi Tanrı’nın görkemini yansıtmaya çağırıldılar.
Yaratıklar : Tahtın önünde, Daniel peygamberinde görümünde olduğu gibi burada da değişik hayvanlara benzeyen yaratıklar görüyoruz. Bu benzetmelerin hepsinin bir anlamı vardır. Aslan, yetkiyi; dana, gücü; kartal, yüceliği; insan yüzü ise aklı simgeliyor. Ve bu yaratıkların keruvlar olduğunu söylüyor
Ruhsal dünyada melekler arasında bir rütbe, bir farklılık olduğunu daha önce söylemiştik ve hepsinin farklı hizmetleri olduğunu da dile getirmiştik. İşte bu keruvlar tahtın ve yasanın bekçiliğini, serraflar Rab’bin görkemi ve kutsallığının bekçiliğini yaparken diğer melekler ise hem bize hem de bütün yaratılışa hizmet etmek için görevli melekler oluyor. Tabi ki bütün bu melekleri yönlendirmek ve yönetmek için ise baş melekler var. Bunlardan sadece iki tanesini Kutsal Kitap bize söylüyor. Birisi Mikail diğeri ise İsrail’in meleği. Ve bütün Kutsal Kitaba baktığımızda bir de Cebrail meleğinin ismini görüyoruz. Başka bir melek ismini görmüyoruz. Neden görmüyoruz? Çünkü Tanrı ilgimizi meleklere değil, kendisine çekmemizi istiyor.
Ama çevremizde o kadar insan var ki ilgisini bu alana yönlendirmiş, hep yeni yeni şeyler ortaya çıkartarak insanları yoldan saptırıp ayartıyorlar. Ayrıca çevremizdeki inançlara da baktığımızda farklı farklı melek isimleri görmekte mümkün oluyor. İslam inancında Azrail, İsrafil, Münkar ve Nakir adlı meleklerden bahsederken Mormonlar ise Moroni meleğinden bahsediyorlar. Ama bunlar bizim Kutsal Kitabımızla hiç uyuşmayan öğretişler ve melek isimleridir. İnsanlar bu yeni çağda reenkarnasyona doğru yönelirken yeni yenide melek isimleri ortaya çıkarıyorlar ( vurail meleği örneği ).
Konumuz değil ama yinede kısaca bahsetmek istiyorum, bizler ruhsal alemi bilmediğimiz için bazen yanlış düşüncelere kapılıyoruz ve ruhsal yaratıkları aşırı yüceltiyoruz ve onları yanlış tanıyoruz. Ama şunu bilmeliyiz ki onların yetkileri sınırlıdır yetkilerinin dışına çıkamazlar; çıktıkları zaman aynı Lusifer gibi ve diğer düşmüş melekler gibi düşerek cezalandırılırlar. Melekler geleceği bilmez, hatta biz bir şey söylemedikçe veya dudaklarımızı kıpırdatmadıkça onlar bizim ne düşündüğümüzü anlayamazlar bile.
Vahiy bölümüne baktığımızda canavarlarla karşılaşıyoruz bunlar kötülüğü yani şeytanı ve düşmüş melekleri temsil ediyor ve bu canavarlarla Tanrının melekleri daima savaş halindeler. Nasıl savaşırlar? Tahtın etrafında tapınarak Rab’bin görkemini korur ve karanlığın güçlerine karşı zafer kazanırlar. Rab’bin sadakatine tanıklık ederler ve onun halkına hizmet edip onları korurlar. Tanrının yasalarını bildirip kararlarını da uygularlar. Dualara verilen cevapları imanlılara ulaştırırlar ve onları güçlendirirler. En önemlisi ise Rab’be tapınırlar.
Vahiy 4:8-11 bütün yaratıklar Rab’bin önünde ona tapınıyorlar. Göklerdeki tapınma üç temele dayanıyor. 4. bölümün son ayetlerinde ilk ikisini görebiliyoruz. 5. bölümde ise üçüncüsünü görebiliyoruz ve bu bizim yeryüzündeki tapınmalarımızda göksel tapınmanın bir yansıması olmalıdır. İbadetlerimiz, tapınmalarımız göksel aslına ne kadar benziyor? Bizim tapınmalarımız da bu üç ana temele dayanmalıdır. Nedir bu temeller?
1. Kutsal Kutsal Kutsaldır : Sözleri ile başlayan tapınmaya “Var olmuş, var olan ve var olacak olan gücü her şeye yeten Rab Tanrı” sözleri ekleniliyor. Rab’be her şeyden önce niçin tapınmalıyız? O’nun kutsallığı ve varlığı için yani karakterleri ve yetkileri için. O kutsal ve güçlüdür, bunun için ona tapınmalıyız. O adildir, sevgidir, merhametlidir aynı zamanda da öç alandır. Ne yazık ki bazen biz imanlıların tapınışı çoğu zaman şu bereket için sana teşekkür ederim sözlerine indirgenir. Halbuki Tanrı’nın özü, varlığı, nitelikleri, güvenilirliği ve tüm erdemleri için tapınmamız gerekir.
Bu göksel tapınmaya baktığımız zaman kutsalların ve ihtiyarların tapınmada taçlarını çıkararak Tanrı’nın önüne attıkları görüyoruz. Taçlar imanlıların aldıkları ödülleri ve yetkileri simgeler. Sahip olduğumuz her şeyi Tanrı’dan aldık. Bu yüzden ondan hiçbir şey almamış, kendimiz kazanmışız gibi övünemeyiz. Ödüllerin en büyüğü ve yetkilerin en güçlüsü bunların hepsini Rab’be geri vermektir. Bunları tahtın önüne sermektir. “Rab bunları ben değil sen yaptın, hepsi senin gücünle oldu, bu yüzden bu taçlara ben değil sen layıksın, çünkü kazanan sensin demeliyiz.” Bundan daha büyük bir mutluluk ne olabilir ki? Her şeyi Rab yapar, O’nun gücü yapar. Bu yüzden O’na alçakgönüllülükle tapınmamız gereklidir. İşte tapınmanın alçakgönüllülükle sunulan gerçek kimliği budur. Çünkü Rab içimizde, aramızda ve üzerimizde güçlü olur.
2. Tapınmamızın İkinci Temeli : “Rab’bimiz ve Tanrımız, yüceliği, saygıyı ve gücü almaya layıksın.” Rab bu övgüleri kimsenin ağzından zorla alamaz. Gönüllü övgülerimizle O’nun haklarını tanımamızı bekler. Nitekim kendisi buna layıktır. Gerçekten de bu nitelikleri hak eder çünkü hiç kimse, hiçbir şey kendisinden üstün değildir. Övgülerimiz, bereketleri karşısında Rab’bin bizden beklediği tek karşılıktır.
24 ihtiyar ne diyor; çünkü her şeyi sen yarattın hepsi senin isteğinle yaratılıp var oldu diyorlar. Yani Rab’bi, yarattıkları ve yaptıkları için överiz. Dünyayı ve bizleri yarattı. O’nun bir tasarısı bir planı var. Bunun için de ona övgüler sunarız.
Sonuç olarak tapınmamızın iki temel odağını gördük:
1. Rab’bi O’nun karakterleri ve yetkilerinden ötürü;
2. Yaratıcılığı ve sonsuz tasarısından dolayı övmek.
Tapınmamızın üçüncü bir temeli daha var ki bunu 5. bölümde göreceğiz.
Geçen dersimizde Vahiy 4. bölüme baktık. Yuhanna’nın yeryüzündeki sahneden alınarak gökyüzünde tanık olduğu olayları biraz inceleyerek bazı simgeleri açıklamaya çalıştık. Geçen dersimizin en önemli konusunun “Taht” olduğunu gördük ve tahtta “Kuzu”nun, yani Tanrımız İsa Mesih’in oturduğunu ve herkesin O’na tapınarak yücelik sunduğunu gördük. Önemli olarak Tanrı’ya olan tapınmalarımızın üç ana temele dayandığından bahsettik. Bunlardan birincisi, kutsallığı ve karakterlerinden dolayı dedik, göklerde bütün varlıkların Tanrı’yı bu şekilde övdüğünü söyledik ama bir şey daha eklemek istiyorum bu göksel tapınmaya baktığımız zaman kutsalların ve ihtiyarların tapınmada taçlarını çıkararak Tanrı’nın önüne attıkları görüyoruz. Taçlar imanlıların aldıkları ödülleri ve yetkileri simgeler. Sahip olduğumuz her şeyi Tanrı’dan aldık. Bu yüzden O’ndan hiçbir şey almamış gibi övünemeyiz. Ödüllerin en büyüğü ve yetkilerin en güçlüsü bunların hepsini Rab’be geri vermektir. Bunları tahtın önüne sermektir. “Rab bunları ben değil sen yaptın, hepsi senin gücünle oldu. Bu yüzden bu taçlara ben değil sen layıksın, çünkü kazanan sensin.” demeliyiz. Bundan daha büyük bir mutluluk ne olabilir ki? İşte tapınmanın alçakgönüllülükle sunulanı ve gerçek tapınmanın kimliği budur. Her şeyi Rab yapar, O’nun gücü yapar. Bu yüzden O’na alçakgönüllülükle tapınmamız gereklidir. Böylece Rab içimizde, aramızda ve üzerimizde güçlü olur. İkincisi, tapınmamızın yaratılışın işlerinden dolayı olduğunu dile getirdik. Bugün Vahiy 5. bölümde de Rab’be tapınmamızın üçüncü nedenini göreceğiz.
Vahiy 5. bölüme baktığımızda bütün ilgi tahtta oturanın sağ elindeki “Tomar”ın üzerine odaklanır. Tomar, Tanrı’nın sağ elindedir. Tanrı’nın sağ eli gücünün ve yetkisinin simgesidir. 6. bölümde mühürlerin açılışına tanık olacağız. Mühürler açılınca tarihi belirleyen bazı olayların cereyan ettiğini görüyoruz. Buna göre iki tarafı da yazılmış ve 7 mühürle mühürlenmiş tomar neyi simgeliyor?
Mühürlere niçin kullanılır? Bir yere, bir mala, bir mektuba mühür vurulduğu zaman yetkili kişiden ve makamdan başkası onu açamaz. Mühür söz konusu malın ve belgenin mührün sahibine ait olduğunu vurgular. Eski zamanlarda kral bir fermana mühür bastığında fermanın kimse tarafından değiştirilmemesi, mutlaka emrin yerine gelmesi şarttır. Burada ki mühürü Tanrı’dan başkası açamaz.
Burada ve özellikle 6. bölümde göreceğimiz gibi Tanrı, mühürler simgesi ile karşımıza tarihin sahibi olarak çıkmaktadır. Yuhanna’nın burada bahsettiği tomarlar Yaşam Kitabı’nı simgeliyor. Tomarın açılması, boğazlanmış kuzunun ölümü ve dirilişine bağladır. İsa’nın ölümü iki yönden bir etki yaratır. İman edenleri kurtarır, iman etmeyenleri ve reddedenleri de Mesih’in ölümünden suçlu bulup yargılar.
Çizelgemize baktığımızda kuzu yani İsa Mesih’in ölümü ve dirilişinin ardından ne oluyor? Mühürler açılmaya başlıyor ve tarihte ki olaylar gerçekleşiyor. Çizelgemizin de gösterdiği gibi 7 yıllık sıkıntı dönemine girer girmez yani Kilise göğe alındığında 5. mühürün açıldığını görüyoruz.
Bütün yaratışta tomarı açıp içine bakabilecek kimse yoktu. Çünkü buna layık olmak gerekmektedir. Ama ne gökte yani melekler arasında ne de yeryüzünde insanlar arasında ne de yeraltında ölüler arasında buna layık kimse yoktur. Yaratılanlar arasında bunu yapabilen birinin olması için Tanrı kadar kutsal olması gerekirdi. Kutsal Kitap diyor ki: “Doğru olan kimse yok, bir kişi bile yoktur. İyilik eden de yok, bir kişi bile yoktur.” (Romalılar 3:10-12)
Bunu anladığımızda insanların kendi çabalarıyla, kendi gayretleriyle, dini etkinlikleriyle veya iyi işlerle yani sevaplarıyla cenneti hak edebileceklerini düşünmeleri ne kadar garip kaçıyor, değil mi? “Çünkü başka hiç kimse de kurtuluş yoktur. Bu göğün altında, insanlara bağışlanmış bizi kurtarabilecek başka hiçbir ad yoktur.” (Elçilerin İşleri 4:12). Hiç kimsenin Tanrı katında dini gereklerini yerine getirerek aklanamayacağını başka hiçbir ifade Vahiy’in şu sözü kadar net bir dille ortaya koymamıştır. Vahiy 5:3-4.
İlkin Yuhanna’ya baktığımızda tomarları açmaya layık biri ortaya çıkmayınca Yuhanna ağladığını söylüyor ama daha sonra Kuzu’nun layık olduğunu görüyoruz. Kuzunun tomarı açıp içine bakabilmesi son derece önemli bir mesaj vermektedir. Mesih İsa’nın çarmıhta ölmesi insanlara sunulan bir alternatif yol değildir, tek yoldur. Kan dökülmeksizin günah için bağışlanma olmaz ve bu kan kutsal birinden olmadan bütün insanlar için evrensel bir kurtuluş asla söz konusu olamaz.
İsa çarmıhta ölmesiydi kurtuluş, Tanrısal plan, sonsuz yaşam, cennet diye bir şey olmayacaktı ve tarih diye de bir şey olmayacaktı. İlk günahın işlendiği anda Tanrı’nın adil yargısıyla Evrende ve Dünyada bütün yaşayanlar yok olacaktı. Böyle bir düşünce karşısında kim ağlamaz. Ne var ki Kuzu, dünyanın kuruluşundan beri galip gelmiştir. Boğazlanmış kuzu tarihe varlık veren anahtardır. Kuzu boğazlandığı için tarih vardır. Bir sayfanın ortadan ikiye katlanması gibi İsa’dan önce ve İsa’dan sonra diye tarih çarmıhta ikiye bölünüyor.Daha önce tapınmamızın iki temeli olduğunu söylemiştik şimdi üçüncü temele geldik.
3. Tapınmamızın Üçüncü Temeli : Üçüncü temel, Vahiy 5:10 ayetine baktığımızda Kuzu’nun kazandığı zaferden dolayı yani Tanrı’nın sağladığı kurtarış yüzünden O’nu övmeliyiz. Biz sonsuzluklar boyunca bütün melekler ve kutsal varlıklarla birlikte gece gündüz Tanrı’ya ve Kuzu’ya bu sağladığı kurtuluş için tapınacağız. Halimiz orada yani cennette mükemmelken bile kurtuluş için şükretmeye ihtiyacımız varsa bu dünyada ne kadar daha çok şükretmeliyiz. Şükretmek dünyada kaldığımız sürece bütün dertlerimize ilaç, bütün ihtiyaçlarımıza kaynak ve bütün ruhsal yaşamımıza güç katacaktır.
6. BÖLÜM :
6. bölüme baktığımızda artık mühürler açılıyor. Vahiy’in dramatik bölümü burada başlıyor. Mühürlerden ilk dördü dünya tarihinde yer alan doğal olayları anlatır, son üçü son günler ile ilgili bazı alametleri ve yargıları sahneye getirir. İlk dördünde olaylar yeryüzünde geçer, son üçünde ise göklerde geçer.
İlk dört mühür açılınca değişik renklerde atlara binmiş dört atlı çıkıyor. Atlar tarihte etkin birer dünyasal gücü simgelemektedir. Her dünyasal gücün arkasında duran kötülüğün ruhsal güçleri onu etkisi altına almaya çalışır. Bunu anlatan ayetlere derinlemesine baktığımızda bütün bu ruhsal güçleri denetleyen güç keruvlar aracılığıyla Kuzu’nu kendisidir. Böylece bir kes daha kötülüğün orduları olsun dünyasal iktidarlar olsun yönetimleri denetleyen ve onlar karşılık veren birer Tanrı yetkilisi olduğunu görüyoruz.
Vahiy 6: 1-8 ayetleri arasında dört tane at görüyoruz:
Birinci At : Yeryüzündeki imparatorluk, krallık ve egemenlikleri simgeliyor. Geçen dersimizde yeryüzündeki krallıkların geçici olduğunu söylemiştik. Biri kuruluyor biri yıkılıyor. Zaten tarihe baktığımızda bunu bir çok örneklerini görebiliyoruz. Babil İmparatorluğu vardı, Farslar gelip onu yendi. Daha sonra Roma bunları ele geçirdi. Ondan sonra Hunlar, Bizanslılar, Osmanlılar, İngilizler hep aynı çizgiyi izlediler. Bir imparatorluk kurdular sonunda başka biri tarafında alt edildiler. Çünkü bu imparatorluklar neyin gücüyle ayakta duruyorlar, güzelliğin, sevginin ve adaletiyle mi ayakta duruyorlar? Hayır, silahla, kılıçla ayakta duruyorlar. Zaten bu yüzden yıkılıyorlar. Çünkü İsa, Matta 26:52’de şöyle diyor: “Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.” O zaman Mesih’in yeryüzünde kurmak istediği egemenlik nasıl olacaktır? Yeşaya 2:4-5. Bu yüzden Yahudiler Mesih’i anlamadılar. Onlar dünyasal bir krallık beklediler ve bu yüzden kabul etmediler.
İkinci At : İkinci atın rengi kızıl renktir yani savaş rengi. “Barışı kaldırma yetkisi ona verildi.” diyor ayet. Her ne kadar bu savaşlarda imanlılar acı çekse de ne var ki bu bile Tanrı’nın tasarısı dahilindedir. Kızıl atlının yetkisi kendisinden gelmiyor, kendisi de elinde tutamıyor. Yetkisi, Platus’a “Sana gökten verilmemiş olsaydı, hiçbir yetkin olmazdı.” diyen aynı kişiden geliyor (Yuhanna 19:11) yani İsa Mesih’ten.
Üçüncü At : Bütün bu yaşanan savaşlar ve olayların sonunda ortaya çıkan kıtlık ve açlığı simgeliyor.
Dördüncü At : Dördüncü at ölümün renginde olup ilk üçünün özeti ve toplamıdır. Bütün bu savaşlara ve kıtlıklara bir de veba, AIDS, ebola gibi hastalıklarda ekleniyor ve bunlar Tanrı’nın yargısıdır. İsa bu yargıyı anlatırken neler söyledi? Matta 24.7-8. Vahiy kitabı’nda doğum sancılarından sürekli bahsediyor. Daha önce söylediğimiz gibi bu doğum sancılarının özelliği neydi? Sancı devamlı sürmeyen bir ağrıdır. Aralıklarla gelir, zaman geçtikçe sıklaşır, yoğunlaşarak artar. Hem daha kısa aralıklarla hem de daha şiddetli bir acıyla gelir korkulacak derecede.
Baktığımızda tarihe dünya kendi kendini yönetirken her şey daha iyiye gideceğine daha kötüye gidiyor. Örnek: 17.yy.da, Orta Avrupa’nın yüzyıllık savaşında toplam 1.000.000 insan ölmüştür, Hiroşima ve Nagazaki’de bir günde 45.000’e yakın insan öldü.
Tanrı’nın kontrolünde gelişen bütün bu savaşlar ve egemenlikler ve sıkıntılar içersinde tarih boyunca imanlıların durumu nasıldı? Buna 5.mühür açıldığında cevap buluyoruz. Vahiy 6:9-11. 5. mühür açıldığında inançları uğruna ölen imanlıları görüyoruz. Bunlar sunağın altındadırlar. Eski Ahitteki kurban sisteminde kan sunağın ayağına dökülürdü (Levililer 4:7). Böylece bunların bir kurban niteliğinde olduklarını görebiliyoruz. Bunlara birer beyaz kaftan veriliyor; kaftan, İsa’nın kutsallığı ve doğruluğudur. Bu kutsallar Tanrı’ya dua ederek “Ne zaman dökülen kanın intikamını alıp, adaleti sağlayacaksın.” diyorlar. Onlarda biliyorlar ki her şey Tanrı’nın elinde.
Altıncı Mühür : Böylece 6. mühüre geldik. İlk dört mühür tarihi anlattı; 5. mühür, bizi ölmüş olup Tanrı’nın adil yargısını bekleyen imanlılara götürdü. Şimdiyse 6. mühür de gelecek olan olaylar anlatılmaya başlıyor. Çizelgede de gördüğümüz gibi 6. mühür büyük sıkıntı dönemine açılış yapıyor ve imanlıların cennette teselli edilecekleri sona kadar uzanıyor. Böylece ilk dört mühür günümüz dahil şimdiki çağı anlatıyor. 5.’de bir an için tarih sahnesinden çekiliriz, 6.’da ise son günler başlar. Son günler nasıl olacak? Bunu Yoel peygamber net bir görüntü ile çiziyor. Yoel 2:28-32. Yoel: “Kızlarınız, oğullarınız…” derken kime sesleniyor? İsrailoğullarına. Bu ayetler yeni İsrail’i gündeme getiriyor. Tanrı, İsrail üzerine ruhunu yeniden dökecek, ondan sonra bu göksel belirtiler meydana gelecek.
Dünya üzerine evrensel bir yargı geliyor. Daha önceleri Nuh’un günlerinde de bu böyle olmuştu. Ama şimdi gökler eriyip yok olacak. 2.Petrus 3:10-13. Dünyayı ve insan tarihini bekleyen son budur. Öyle ki Tanrı Adaleti’nin barınacağı yeni gökler ve yeni yeryüzü yaratılsın.
Dünya şiddetini imanlılara gösterirse dünyanın Kuzu’dan göreceği gazap hiç de aşağı kalmaz bu yüzden ümitsizliğe kapılmayalım. Biz kendimiz hiçbir durumda öç almayalım. Dünya, imanlıları hep ezmiştir. İmanlılar, mağaralarda ve dağların kayaları arasında çok kes saklanmıştır, Kapadokya buna iyi bir tanıktır. Şimdiyse dünya büyüklerinin mağara ve dağların kayaları arasında saklanacakları gün yaklaştı. Şimdi dünyanın güçleri ezilecek ve dünya, imanlıların aslında Tanrı’nın gücü olduklarını anlayacak. Çünkü onlar dualarıyla dünyanın yargısını belirliyorlar.
7. BÖLÜM :
7.bölüme baktığımızda 7.mühür açılmadan önce birkaç konu işleniyor, İsrail’den 144.000 kişinin mühürlenmesi ve göklerde tapınan sayısız kalabalık. Vahiy 7. bölüm 1:8’e kadar anlatılan ayetlere kadar anlatılan 144.000 kişi daha öncede söylediğimiz gibi 7 yıllık büyük sıkıntı dönemi içersinde Rab’bin müjdesini dünyanın dört bir yanına duyurmak için görevlendirilmiş kişilerdir. Bunların mühürlendiğini görüyoruz. Mühür, Kutsal Ruh’tur.
Yuhanna 144.000’yi gördükten sonra ve onların ne yaptıklarını anlattıktan sonra ne görüyor? Vahiy 7:9-12. Birden 9.ayette sahne değişiyor ve tahttın önünde Tanrı’ya tapınan imanlıları ve melekleri anlatıyor ve hepsi Tanrı’ya tapınıyorlar. Yuhanna dikkatimizi burada başka önemli bir şeye daha çekiyor. Kimsenin sayamayacağı kadar büyük bir topluluğun Tanrı’ya tapındığını söylüyor. Burada cennetin çok kalabalık olduğunu görüyoruz. Bazı inançlara göre cehennem insanlarla dolsun diye yaratılmıştır. Bizim inancımız da ise tam tersi… Cennet insanlarla dolsun diye yaratılmıştır. Cehennem bir kere insan için değil Şeytan ve yardakçıları için düzenlenmiştir. Ama onun peşinden gidenler İblis ile aynı sonu paylaşacaklardır. Ama Vahiy’in buradaki haberi bambaşkadır. Burada inanılmaz bir güzel haber görüyoruz, kurtulanların sayısı kimsenin saymayacağı kadar büyüktür.
Tarihte açılan her yeni aşama için göksel sahnede yapılan hazırlıklar veya verilen tepkiler nedir? Tapınma, tapınma, tapınma! Bizler de Vahiy’in vermek istediği bu ders doğrultusunda her durumda ve her koşulda tapınmayı öğreniyoruz.
Rab’bin yanına gittiğimizde en heyecanlı görevimiz, uğraşımız ve eğlencemiz O’na tapınmak olacaktır. Ve şimdiden burada topluluk olarak bunun tadını almaya başlıyoruz. Bu yüzden kilseler olarak tapınıyoruz ve Rab’bi yüceltiyoruz.
7 BOROZAN ( 3.BANT 8 VE 11. BÖLÜMLER )
GİRİŞ :
En son yaptığımız Vahiy dersimizde çizelgemizde bulunan ikinci bandımızı bitirmiştik. Bu ikinci bantta kısaca neler gördüğümüzün bir özetini yapmak istiyorum. İkinci bandımız Vahiy kitabındaki 4.ve 7. bölümler arasında geçen mühürlerden bahsediyor demiştik. Hatırlarsanız bu mühürlerin hepsi bize bazı olayları simgesel olarak gösteriyordu. Şemada da gördüğümüz gibi mühürler İsa Mesih’in çarmıha gerilmesiyle açılmaya başladı.
Şimdiye kadar kaç tane mühür açıldı tam olarak bilinmiyor ama bildiğimiz bir şey varsa oda İsa Mesih’in gelip Kiliseyi yani kendine ait olanları göğe alacağı döneme kadar geçen zaman içerisinde beş tane mühür açılmış olacak. Bu mühürlerin her biri bir şeyi simgeliyor dedik. 1.mühür, Fatihleri; 2.mühür, savaşları; 3.mühür, kıtlıkları; 4.mühür, ölümü ve 5.mühürde, şehitlerin zaferini yani İsa’nın Kiliseyi yanına almasını simgeliyor dedik. 6.mühür ise yani henüz açılmamış olan mühür yedi yıllık büyük sıkıntı dönemine geçişi gösteriyor. Bu dönem içerisinde Kilise’nin Rab’bin yanında olduğunu, yeryüzünde ise 144 bin kişinin Rab’bin müjdesini duyurmak için görevlendirildiğini söyledik ve orada noktayı koymuştuk ve bu dersimizde kaldığımız yerden devam edeceğiz ve üçüncü bandımıza giriş yapacağız. Üçüncü bandımız Vahiy 8 ve 11. bölümler arasında geçen olayları bize anlatıyor. Nedir bu olaylar ? Şimdi bunlara bir bakalım.
Şemada da gördüğümüz gibi yedinci mühür henüz açılmamıştı. Daha önceki bant İsa’nın ölümüyle birinci mühürün açılışı ile başlıyor ve sıkıntı dönemindeki altıncı mühürle sona eriyor. Bu banda baktığımızda Yuhanna, anlatımı yeniden topluyor yani video bandımız başa sarılıyor ve yedinci mühürün açılışı ile birlikte sırayla çaldığını görüyoruz.
Mühürler bizi biraz tarih içinde, birazda büyük sıkıntı dönemi içerisinde gezdirse de borazanlar tamamen son günlere ait olayları sahneye koyar. Böylece mühürler doğumun ilk sancısı oluyorsa borazanlar da doğumun gelişini çabuklaştıran son sancılardır. Önümüzdeki bölümlerde de göreceğimiz gibi borazanlar afetlerle geliyor ve bize Tanrı’nın yargı belalarını anlatıyor. Bu kısımda göksel uyarılar başlığı altında çalınan borazanlara tanık olurken 8 ve 9. bölümlerde dünyayı sarsan felaketleri, 10 ve 11. bölümlerde de dünyayı uyaran iki peygamberi göreceğiz.
Ramazan ARKAN