Bahabey caddesi sinema meydanı Yavruturna mah, cengiz topel cad. No: 2/B Erdem Apt B blok Çorum/Merkez

2. Bölüme Cevap Yunus’un İşareti Gerçekte Ne İdi?

2. Bölüme Cevap Yunus’un İşareti Gerçekte Ne İdi?

Kutsal Kitap Tanrı Sözüdür

YUNUS’UN İŞARETİ GERÇEKTE NEYDİ

Hem Kutsal Kitap ve hem de Kuran’a göre İsa Mesih, İsrail diyarındaki üç yıllık kısa hizmeti içinde birçok büyük mucizeler yapmıştır. Yahudilerin bir çoğu bu işaret ve harikaların gerçekleştiğini gördüklerinde O’na inandılar. Ama Yahudilerin önderleri O’na inanmayı reddettiler ve yaptığı mücizeler yaygın bir biçimde bilinse de, sık sık işaretler göstermesi hatta kendilerine gökten bir alamet göstermesi için İsa’ya baskı yapıp, O’nu sıkıştırdılar (Matta 16:1). Bir keresinde İsa onlara sadece tek bir belirti vereceğini söyleyerek kendilerini yanıtladı: i

“Kötü ve vefasız kuşak bir belirti istiyor! Ama ona Yunus peygamberin belirtisinden başka bir belirti gösterilmeyecek. Yunus, nasıl üç gün üç gece o koca balığın karnında kaldıysa, İnsanoğlu da üç gün üç gece yerin bağrında kalacak.” (Matta 12:39-40)

Yunus, İsrail’in en büyük peygamberlerinden biriydi ve Tanrı onu Ninova adlı bir Asur şehrine gidip, bu şehrin başına gelecek olan felaketlerden ötürü uyarması için çağırmıştı. Ama Yunus bunu yapmak istemediğinden bir gemiye binip Tarşiş’e gitmeye hazırlandı. Ve büyük bir fırtına yüzünden gemi çok sallanıp sarsıldığında, kendi isteğiyle denize atıldı ve çok büyük bir balık onu yuttu. Balığın karnında üç gün kaldıktan sonra, balık onu canlı olarak sahile kustu ve o da hemen Tanrı’nın kendisinden istediğini yapmak için Ninova şehrine gitti. i

İsa, balığın karnındaki bu üç günlük hapisten “Yunus’un belirtisi” olarak söz etmişti ve inanmayan Yahudilere vereceği tek belirtinin bu olduğunu söylemişti. 1976 yılında Durban’daki İslami Propaganda Merkezi’nde Ahmet Deedat “Yunus’un Alâmeti Neydi?” adlı bir kitapçık yayınladı (Bu kitapçık, Deedat ile Yüksel’in, Kitab-ı Mukaddes Allah Sözü Müdür? adlı kitabında sayfa 86-94 arasında yer alıp onun “ikinci kitab”ını oluşturmaktadır) Kitapçığın başlığı okuyucuda, kitapçığın sözü edilen konuda derin bir araştırmanın ürünü olduğu ümidini uyandırıyor. Okuyucu bunun yerine Deedat’ın hiç de kendi sorusunu yanıtlamadığını ama İsa’nın söylemiş olduğu bir şeye saldırı açtığını ve bütün gücüyle bu sözleri yalanlamaya çalıştığını görüyor. Onun iddiaları tamamıyla iki varsayım üzerine kurulmuş. Bunlardan bir tanesi, eğer Yunus balığın içindeyken diri idiyse, o zaman İsa’nın da çarmıhtan indirildikten sonra mezarda diri olmuş olması gerektiği ve diğeri de İsa bir Cuma günü çarmıha gerilip ondan sonraki Pazar günü dirildiyse, mezarda üç gün üç gece kalmış olamayacağıdır. Bizler bu iki itirazı da sırasıyla ele alıp, sonra da Yunus’un belirtisinin gerçekten ne olduğu konusunun bütününü inceleyeceğiz.

1. İsa Mezardayken Ölü Mü Yoksa Diri Miydi?

Kutsal Kitap’taki Yunus kitabı üzerine yorum yapan Mesih inanlısı eleştirmenler, Yunus’un denizdeki balığın midesinde mucizevi bir biçimde canlı kaldığı gerçeğini kabul ederler. Bütün bu olanlar sırasında balığın midesinde hiçbir zaman ölmedi ve kıyıya çıktığında da denize ilk atıldığı zamanki kadar canlıydı.

Deedat, kitapçığında yukarıda aktarılan metinden bazı sözleri alıp, cümleyi şu biçime sokmuştur “Çünkü nasıl Yunus… İnsanoğlu da… öyle kalacaktır” ve durumu şöyle bağlamıştır:

“Eğer üç gün üç gece boyunca Yunus diri idiyse o zaman İsa’nın da kabirde diri kalmış bulunması gerekirdi, zira İsa daha önce böyle haber vermişti!”

İsa, sadece kendisiyle Yunus arasındaki benzerliğin, Yunus balığın içinde, İsa’nın da yeryüzünün derinliklerinde mahsur kalma süresi olduğunu söylemişti. Deedat bu niteleyici sözleri çıkartıp İsa’nın diğer yönlerden de Yunus gibi olmuş olması gerektiğini söylemiş ve benzerlik durumuna Yunus’un balığın içinde canlı olmasını da eklemiştir. Ama İsa’nın bu konuda söylediklerinin tamamı okunursa, benzerliğin zaman etkeniyle sınırlı olduğu görülür. Yunus, balığın midesinde üç gün ve üç gece kaldığı gibi, İsa da yeryüzünün derinliklerinde bunun kadar bir süre kalacaktır. Kimse, Deedat gibi, bunu abartıp, Yunus, balığın midesinde canlı olduğu gibi İsa’nın da mezarda canlı olması gerektiği gibi bir yere çekemez. İsa böyle bir şey söylememiştir ve bu tür bir tefsir O’nun sözlerinden çıkmadığı halde O’nun sözlerinden aslında orada olmayan bir anlam çıkartılmaya çalışılmıştır. Dahası, bir başka durumda İsa, yakında çarmıha gerileceği konusundan söz ederken bu noktayı yeterli bir biçimde kanıtlayan buna benzer bir şey demiştir:

“Musa çölde yılanı nasıl yukarı kaldırdıysa, İnsanoğlu’nun da öylece yukarı kaldırılması gerekir” (Yuhanna 3:14)

Burada benzerlik açıkça “yukarı kaldırılmak”tır. Musa yılanı yukarı kaldırdığı gibi, İnsanoğlu’nun da yukarı kaldırılması gerekir. Biri Yahudilerin iyileşmesi için, diğeri de ulusların iyileşmesi için. Bu olayda, Musa’nın yaptığı bronzdan yılan hiçbir zaman canlı olmamıştı ve eğer Deedat’ın mantığını bu ayete uyarlarsak İsa’nın yukarı kaldırılmadan önce, çarmıhta ve çarmıhtan indirildiğinde ölü olduğunu varsaymamız gerekecek. Bu sadece mantıksız olmakla kalmaz, Yunus’la bronz yılanın durumu arasındaki tezat (birinin bütün olay boyunca canlı olması, diğerinin bir direğin üzerinde sembol olarak kullanılırken cansız olması), İsa’nın kendisiyle Yunus ve bronz yılan arasındaki benzerlikleri ancak açıkça söylediği noktalarda – üç gün ve üç gece ve direğin üzerinde yukarı kaldırılmak konularında – kullandığını gösterir. Bunun Yunus’un ölü ya da diri olmasıyla bir ilgisi yoktur, İsa’nın yaptığı karşılaştırma bu noktayı içermiyordu.

Yunus’ta zaman sürecini bildiren niteleyici sözcükleri çıkartan Deedat, İsa’nın sözlerini şu biçime sokmuş “çünkü nasıl Yunus… İnsanoğlu da… öyle kalacaktır” ve kendi ürünü olan bu sınırsız benzerlikten yola çıkarak, benzerliği balığın karnındaki peygamberin durumuna dek genişletmeye çalışmaktadır. Eğer aynı yöntemi aktarılan diğer ayete uyarlarsak, bunun tam tersi bir sonuca varıyoruz. Yöntemi diğer ayete uyarladığımızda cümle şöyle olur: “Yılan nasıl idiyse… İnsanoğlu da öyle olacaktır”. Sözü geçen ayetteki yılan bronzdan yapılmış cansız bir yılandı. Bu her iki durumda da İsa’nın kendisi, Peygamber ve nesne arasındaki benzerliği yaşam ve ölüm sorusuna uzatmayı düşünmediğini, sadece kendi yaptığı benzetmeyle sınırladığını görüyoruz. Böylece Deedat’ın ilk itirazının da yüz üstü yere düştüğünü görüyoruz. Deedat’ın mantık çizgisi izlendiğinde söylediklerinin tamamen karşıtı bir sonuç otomatik olarak ortaya çıkıyor: Kendi kendine ters düşüp kendini inkâr eden hiçbir itiraz ya da iddiaya hiçbir ciddiyetle eğilinemez.

2. Üç Gün, Üç Gece

İsa’nın bir Cuma günü çarmıha gerildiği ve ondan hemen sonra gelen Pazar günü ise ölümden dirildiği, birkaç istisna dışında, evrensel olarak Hıristiyanlar arasında kabul edilir. Deedat yine, İsa’nın mezarda bir tek gün kaldığını (Cumartesi) ve bu zaman diliminin iki geceyi içerdiğini (Cuma ve Cumartesi geceleri) iddia etmektedir. Bu yüzden Yunus’un İşareti’ni, İsa’nın sözünü ettiği zaman etkenini de yalancı çıkartmak gayretiyle ele alıp şöyle diyor:

“İkinci olarak, İsa’nın zaman etkenini de yerine getirmediğini görüyoruz. Hıristiyanlığın en büyük matematikçisi, istenilen sonuç olan üç gün üç geceyi yerine getirmeyi başaramayacaktır.”

Ne yazık ki, Deedat burada, I. yüzyıldaki İbrani dili ile XX. yüzyıldaki İngilizce arasında büyük bir fark olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Kutsal Kitap’a ilişkin konuları analiz etmeye kalktığında aynı hatayı tekrar tekrar yapmaya yatkın olduğunu gördük. O zamanlar, neredeyse iki bin yıl önce, Yahudilerin birbiri ardına gelen zaman dilimlerinden söz ettiklerinde günün herhangi bir bölümünü bir bütün gün saydıkları gerçeğini görmeye yanaşmıyor. İsa Cuma günü öğleden sonra mezara konmuş, Cumartesi bütün gün orada kalmış ve Pazar günü de tanyeri ağırmadan hemen önce dirilmiştir. Yahudi takvimine göre Cumartesi güneş battığında Pazar resmen başlamış sayılır. İsa’nın üç gün boyunca mezarda olduğu hiç şüphe götürmez.

Deedat’ın Yahudilerin gün ve geceleri sayma biçimi ve şimdiki konuşma dili ve üsl&ucircbu hakkındaki bilgisizliği, onu İsa’nın sözleri hakkında büyük bir yanlış yapmaya yöneltiyor ve aynı yanlışı O’nun üç gün ve üç gece mezarda olacağı kehaneti hakkında da yapmayı sürdürüyor. Üç gün ve üç gece deyimi yirminci yüzyıl İngilizcesinde bugün hiç kullanılmayan bir deyiştir. Bu yüzden anlamını I. yüzyıl İbranice konuşma dilinde aramamız gerektiği çok açıktır. Onu çok sonraki bir çağdaki dil yapısı ya da konuşma biçimine göre yargılayıp çevirmek, yanlış yapmamıza neden olur.

Yirminci yüzyıl İngilizcesi konuşan bizler asla gün ve gece deyişini kullanmayız. Örneğin birisi iki haftalığına bir yere gidecek olsa, onun on beş günlüğüne ya da iki haftalığına gittiğini söyleriz. İngilizce ana dili olup da onbeş gün ve onbeş geceliğine bir yere gittiğini söyleyen birine hiç rastlamadım. Bu, eski İbranicede kulanılan bir konuşma biçimiydi. Bu yüzden işin en başından itibaren çok dikkatli olup eğer biz bu konuşma biçimini kulanmıyorsak, o zamanlar onların kullanmış olduklarını varsayıp, bugün onlara doğal olarak verebileceğimiz anlamları yakıştırmamalıyız. İsa’nın yaptığı peygamberliğin anlamını, verildiği zamandaki dil ortamında aramalıyız. incildeki çelişkiler varmı çelişkiler nelerdir? edip yükselin iftiraları isa mesihin mezarı

Ayrıca, İbranice’de kullanılan konuşma biçiminde daima aynı sayıda gün ve gece olduğuna dikkat etmeliyiz. Musa kırk gün kırk gece oruç tuttu (Çıkış 34:28). Yunus üç gün üç gece balinanın karnındaydı (Yunus 1:17). Eyüb’ün dostları onunla yedi gün yedi gece oturdular (Eyüp 2:13). Hiçbir Yahudinin söylemek istediği zaman dilimi bu olsa da “yedi gün ve altı gece” ya da “üç gün ve iki gece” şeklinde konuşmamış olacağını görüyoruz. Konuşma dilinde her zaman eşit sayıda gün ve gece söylenirdi ve eğer bir Yahudi üç gün ve sadece iki günü içeren bir zaman diliminden söz etmek istiyorsa üç gün üç gece diyecekti. Bunun güzel bir örneği Kraliçe Ester’in hiç kimsenin üç gün boyunca gece ya da gündüz hiçbir şey yiyip içmemesini söylediği (Ester 4:16), ama sadece iki gece geçtikten sonra üçüncü gün kralın odasına girdiği ve orucun bittiği, Tevrat’ın Ester bölümünde bulunur.

Bu da bize Yahudi terminolojisinde “üç gün ve üç gece”nin gerçekten üç tam gün ve üç tam gece anlamına gelmediğini birinci ve üçüncü günlerin herhangi bir bölümünü içerebilen bir konuşma tarzı olduğunu açıkça gösteriyor.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, gecelerin sayısı, sözü edilen gün sayısından gerçekte bir eksik olsa da, gece sayısının daima gün sayısına eşit bir biçimde kullanıldığıdır. Günümüzde bu şekilde bir konuşma biçimi kullanılmadığından anlamlarını çarçabuk yargılayamayız kendi yakıştırmalarımız olan ve doğal olduğunu sandığımız yorumları da onlara mal edemeyiz.

Bunun inandırıcı delili, İsa Yahudilere üç gün ve üç gece toprağın içinde kalacağını söylediğinde, onların bu önceden bildirmenin sadece iki gece sonra gerçekleşmesini bekleyebilecekleri olarak algıladıklarında görülüyor. İsa’nın çarmıha gerildiğinin ertesi günü, sadece bir gece sonra Pilatus’a gidip:

“Efendimiz” dediler, “kendisi daha yaşarken o aldatıcının, ‘Ben öldükten üç gün sonra dirileceğim’ dediğini hatırlıyoruz. Bunun için buyruk ver de üçüncü güne dek mezarı güvenlik altına alsınlar.” (Matta 27:63-64)

Biz olsak bu “üç gün sonra” deyişini dördüncü günde bir zaman olarak algılarız, ama o zamanın konuşma diline göre, Yahudiler bu anlatımın üçüncü günden söz ettiğini biliyorlardı ve mezarı üç tam gece boyunca güvenlik altına değil, üçüncü güne kadar, yani sadece ikinci gecenin sonuna dek güvenlik altına almakla ilgileniyorlardı. Öyleyse “üç gün, üç gece” ve “üç gün sonra” deyimlerinin bizim anladığımız gibi yetmiş iki saatlik bir zaman dilimi değil, üç günün kapsadığı herhangi bir zaman dilimi anlamına geldiği açıktır.

Günümüzde birisi bir Cuma öğleden sonra bize şimdi gidip üç gün sonra döneceğini söylese herhalde onu en erken Salıdan önce beklemeyiz. Ama İsa’nın (gerçek olsun, uydurma olsun) peygamberliğinin yerine gelmesini engelleme isteğindeki Yahudiler, mezarı sadece üçüncü güne kadar, yani Pazar gününe kadar, güvenlik altına almakla ilgileniyorlardı. Çünkü “üç gün sonra” ve “üç gün, üç gece” deyimlerinin anlamının harfi harfine gerçekten öyle olmadığını sadece kendi günlerindeki konuşma biçimi olduğunu biliyorlardı.

Önemli olan, bizim bugünkü konuşma biçimimizde hiçbir yeri olmayan o günkü konuşma biçimini nasıl anladığımız değil, Yahudilerin bunu o günkü konuşma biçimlerine göre nasıl anladıklarıydı. Havariler İsa’nın üçüncü gün, yani sadece iki gece geçtikten sonra Pazar günü, ölümden dirildiğini cesaretle söylediklerinde (örneğin Elçilerin İşleri 3:14-15 10:40) hiç kimsenin, Deedat gibi, peygamberliğin yerine gelmiş sayılabilmesi için üç gece geçmesi gerektiğini söyleyerek onların tanıklığına karşı çıkmaması çok anlamlıdır. O günün Yahudileri kendi dillerini çok iyi bir biçimde bilirlerdi ve Deedat ancak zamanın dilbilimi ve konuşma biçimi hakkında bilgisiz olduğundan İsa’nın yaptığı peygamberliğe saldırmaya cüret edebiliyor, çünkü ona göre üç gün ve üç gecenin yetmiş iki saat olması gerekiyor (burada Yunus’un balığın karnındaki süresinin de aynı şekilde üç tam gün ve üç tam geceyi kapsamadığını belirtmeliyiz).

İsa’nın Yahudilere sunduğu belirti hakkındaki Deedat’ın zayıf itirazlarına gerekli yanıtı verdiğimize göre şimdi Yunus’un belirtisinin kesinlikle ne olduğuna bakmaya başlayabiliriz.

3. Ninova Halkına Verilen Belirti: Yunus

Tanrı Yunus’u, kötülüklerinden ötürü o şehri mahvedeceği hakkında uyarmak için Ninova’ya yolladığında iki önemli olay oldu. Bunlardan birincisine biraz önce de kısaca bakmıştık peygamberin denize atılıp, balığın karnında üç gün süresince yolculuk edişidir. Bu aşamada öyküyü Kuran’da anlatıldığı üzere kaydedip, bunu Kutsal Kitap’taki Yunus öyküsüyle karşılaştırmak ve öykülerin ne dereceye kadar birbirine uyduğunu görmek yararlı olacaktır. Kuran’daki anlatım şöyle:

“Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir. Dolu bir gemiye kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kura çekmişti de yenilenlerden olmuştu, bu sebeple denize atılmıştı. Kendisini kınarken onu bir balık yutmuştu. Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı, tekrar diriltilecek güne kadar balığın karnında kalacaktı. Halsiz bir halde iken kendisini sahile çıkardık. Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona inandılar, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.” (Saffat/37:139-148)

Burada hangi olayın hangisinden sonra geldiği belli olmadığından öykü parçalanmıştır. Ancak Kutsal Kitap’taki Yunus kitabında anlatımın tamamını, doğru bir şekilde öykünün birbirine örülmüş kısımlarını anlatır buluyorsunuz. Hepsini boğulma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan fırtınanın nedeninin ne olduğunu öğrenmek için, Yunus gemideki diğer askerlerle birlikte kura çekmeye razı oldu. Kura kendisine çıktı ve bu yüzden denize atıldı ve hemen ardından da büyük bir balık tarafından yutuldu. Üç gün sonra balık kıyıya gidip onu karaya çıkarttı. Yunus hemen Ninova’ya gidip şehrin kırk gün sonra yok edileceğini ilan etmeye başladı.

Diğer büyük olay, bütün şehrin korkunç uyarıyı duyduklarında kralından bütün esirlerine dek tamamen tövbe etmesiydi. Ama şehir halkının günahlarından tövbe ettiğini görünce Yunus hayret verici bir biçimde kızdı, çünkü Tanrı’nın merhametli olduğunu ve büyük bir olasılıkla şehri bağışlayacağını biliyordu. Milliyetçi bir İbrani olarak şehrin mahvolmasını istiyordu, çünkü Ninova Asurluların en büyük şehriydi ve İsrail halkı için sürekli bir tehlike oluşturuyordu. Günün sıcağında şehrin yıkılmasını izlemeyi umarak bir tepeye çıktı ve Tanrı da büyük bir asma kabağınının başının üstünde biterek ona gölge vermesini istedi. Ama ertesi gün Tanrı kabağın sapını yiyip onu kurutması için bir kurt yolladı. Yunus bu duruma çok kızdı ama Tanrı ona şöyle dedi:

“Sen emeğini çekmediğin ve büyütmediğin asma kabağına acıyorsun, o kabak ki bir gecede çıktı ve bir gecede yok oldu ya ben, Ninova için, o büyük şehir için acımayayım mı? O şehir ki orada sağını ve solunu seçemeyen yüz yirmi binden ziyade insan, birçok da hayvan var.”(Yunus 4:10-11)

Bu öykünün ikinci büyük olayı, yani bütün Ninova şehrinin tövbe edişi, Asurluların Tanrı’yı tanımayıp O’ndan korkmadıklarını ve Yunus’un sözünü dinleyip getirdiği uyarıya kulak vermeleri için hiçbir belirli nedenleri olmadığı göz önüne alınınca, çok daha dikkate değer bir olaydır. Yunus’un uyardığı gibi şehrin kırk gün içinde yok olacağın hakkında hiçbir belirti yoktu. Yaşam, hava ya da diğer unsurlar tehlikenin yakın olduğu hakkında hiçbir öneride bulunmadan, günbegün normal bir biçimde akıp gidiyordu.

Nuh’un zamanında, yeryüzünü büyük bir sel alıp götürmeden önce olduğu gibi şehrin etrafında fırtına bulutları yoktu. Ninova çok kuvvetli bir şehirdi ve hiçbir şekilde askeri bir tehlike altında değildi. Şehrin duyduğu tek şey bir Yahudi Peygamberin tek başına “daha kırk gün var ve Ninova yıkılacak” diye ilan edişiydi (Yunus 3:4).

Sık sık “bu gece dünya sona erecek” diyen levhalarla gezen sakallı ihtiyarlar hakkında karikatürler görürüz ve sokaklarda bu tür mesajlarla dolaştıklarında da herkes için eğlence konusu olurlar. Ninova’lılar Yunus’un bu din çılgınlarından biri olduğunu düşünebilirlerdi ve onun besbelli olan içtenliği onları eğlendirse de uyarısının içeriği kendilerini öfkelendirebilirdi.

Havari Pavlus Atina’ya gittiğinde aynen böyle karşılanmıştı. Ettiği vaazlara yanıt olarak bazıları, “Bu lafebesi ne demek istiyor?” dediler (Elçilerin İşleri 17:18). İbrani peygamberi Yunus’u dinleyen Ninova halkı, Atinalıların havari Pavlus’la eğlendiği gibi onunla eğlenebilirlerdi. “Galiba yabancı ilahların haberciliğini yapıyor” (Elçilerin İşleri 17:18). Ama biz durumun öyle olmadığını görüyoruz:

“Ve Ninova halkı Allah’a inandılar ve oruç ilan ettiler ve büyüğünden küçüğüne kadar çullar sarındılar.” (Yunus 3:5)

Kralın tahtından, sıradan adamların en sonuncusuna kadar yüzlerce Ninova’lı Yunus’u tamamıyla ciddiye aldı, büyük bir içtenlikle tövbe etti ve başlarına gelecek olan felaketin olmaması için ellerinden geleni yaptılar. Yunus hiçbir şekilde kısa ve basit uyarısının gerçekliği hakkında onları ikna etmeye çalışmadı, sadece onu bir gerçek olarak ilan etti. Onlara, eğer tövbe ederlerse, Tanrının şehirlerini bağışlayacağına dair güvence de vermedi. Hatta tam tersine kendi isteği ve beklentisi, Ninova’lılar onu ciddiye alsalar da almasalar da Tanrı’nın uyarısınca şehrin yok edilmesiydi.

Neden o zaman bütün bir şehir Tanrı’nın kendilerini bağışlayacağını umarak tövbe ettiler (Yunus 3:9)? Yahudi tarihçiler bu öykü tarafından büyülenmiştir ve bunun tek olası açıklamasının, Yunus’un itaatsizliği yüzünden Tanrı’nın gazabı olarak bir balık tarafından yutulduğunu ve normal olarak böyle bir durumda ölmesi gerekirken Tanrı’nın merhametle onun ölmesine izin vermediği ve üçüncü günde onu balığın midesinden kurtardığını bilmeleri olduğu sonucuna varmışlardır. Sadece bu, Yunus’u ne kadar ciddiyetle dinlediklerini ve eğer tövbe ederlerse kendilerine merhamet edileceği hakkındaki ümitlerini açıklayabilir.

Yahudi tarihçiler Ninova’lıların, eğer Tanrı kendisine itaatsizlik ettiklerinde sevgili peygamberlerine böyle yaparsa, şehirleri Tanrı’ya karşı büyük bir kin, kötülük ve günah içindeyken kendilerinin neler bekleyebileceklerini tartmış olabilecekleri sonucuna varıyorlar.

Yahudilerin mantığı doğruydu. İsa, Ninova’lıların Yunus’un başına gelenleri bildiklerinden ötürü tövbe ettiklerini doğrulamıştır. İsa bunu şöyle diyerek açıklığa kavuşturmuştur:

“Yunus Ninova halkı için bir belirti olmuştu”(Luka 11:30)

İsa bunu söyleyerek Yunus’un başından geçenler ve Ninova halkının tövbe edişi öykülerinin doğru olduğuna ve tarihsel gerçekliklerine, onay mührünü basmıştır. Aynı zamanda, Ninova’lılar Yunus’un başından geçenleri ve harikulâde bir biçimde kurtarılışını duydukları ve bu yüzden de mesajını tamamıyla ciddiye alıp, tövbe ederlerse aynı şekilde kurtarılmayı umdukları teorisinin de doğruluğunu göstermiş oldu. Yunus’un Ninova halkı için bir belirti olduğunu söyleyerek, şehrin Tanrı’nın asi bir İbrani peygamberine çok yakın bir geçmişte yaptıklarından haberdar olduğunu çok açık bir dille belirtmiştir. Bu, Ninova’lıların neden Tanrı’nın önünde bu kadar içtenlikle tövbe ettiklerini açıklamıştı.

Ama İsa’nın bu sözleri söylerken yapmak istediği sadece Yahudilerin düşüncelerini kanıtlamak değildi. İsa, Yunus’un zamanında neler olduğunu ve şimdi olanların da kendi neslindeki İsrail halkına uyarlanabilirliğini ve buna benzer bir belirtinin verilip aynı şekilde inananları kurtuluşa eriştireceğini, inanmayanları ise helaka götüreceğini göstermek istiyordu.

4.Yunus’un Belirtisinden Başka Bir Belirti Verilmeyecek

Hem Kuran ve hem de Kutsal Kitap’a göre İsa, İsrail halkı arasında birçok belirtiler ve harikalar gösterdi (Mâide/5:110 Elçilerin İşleri 2:22). Bu işleri inkâr edemedikleri halde (Yuhanna 11:47) yine de sonuna dek O’na inanmayı reddettiler. İsa hizmetini bitirirken, O’nun aralarında yaptığı bütün şeylere olan tepkilerini okuyoruz:

“Gözleri önünde bunca mucize yaptığı halde O’na iman etmediler.”(Yuhanna 12:37)

Yahudilerin tekrar tekrar gelip O’ndan bir belirti istediklerini okuyoruz (Matta 12:38) ve bir keresinde de kendisinden onlara gökten bir belirti göstermesini istediler (Matta 16:1). Diğer zamanlarda da onu şu tür sorularla bezdirdiler:

“Bunları yaptığına göre bize nasıl bir mucize göstereceksin?”(Yuhanna 2:18)

“Görüp sana iman etmemiz için nasıl bir mucize yaratacaksın? Ne yapacaksın?” (Yuhanna 6:30)

O çağdaki Greklerin çoğunun evvela filozof olmalarına karşın, Yahudiler her iddianın mucize ve belirti yaratmayla kanıtlanmasını istiyorlardı. Havari Pavlus’un mektuplarından birinde haklı olarak söylediği gibi:

“Yahudiler doğa üstü belirtiler ister, Grekler ise bilgelik ararlar.” (I.Korintliler 1:22)

Yahudiler İsa’nın Mesih olduğunu iddia ettiğini biliyorlardı. Öyleyse, bu iddialarını kanıtlamak için mucizeler yapsın, dediler. İsa o zamana dek zaten bir sürü büyük mucize yaptığı halde, hâlâ tatmin olmamışlardı. O’nun sadece beş arpa ekmeği ve iki balıkla beş bin erkeği doyurduğunu gördükleri halde (Luka 9:10-17) Musa’nın da buna benzer mucizeler yaptığını söylediler (Yuhanna 6:31). Gerçekten seçilmiş Mesih olduğunu nasıl kanıtlayabileceğini sordular. Musa’dan daha büyük olduğunu kendilerine göstermek için ne gibi bir işaret gösterebilirdi?

O günlerde insanlar büyük belirti ve işaretlerle kolay kolay ikna olmuyorlardı. Musa elindeki değneği bir yılana dönüştürdüğünde, Firavun’un sihirbazları da aynısını yaptılar. Sihirbazlar Musa’nın suyu kana çevirişini ve Nil nehrinden kurbağa sürüleri getirmesini de taklit ettiler. Ancak Musa yerin tozundan binlerce tatarcık çıkarttığında, sihirbazlar: “Bu Allah’ın parmağıdır” dediler (Çıkış 8:19) çünkü kendileri aynısını yapamıyorlardı.

Aynı şekilde Yahudiler de ancak İsa eski zamandaki peygamberlerden daha çok ve daha büyük mucizeler yapabildiğinde O’nun iddialarını ciddiye almayı düşünüyorlardı. O’nun beş bin erkeği doyurduğunu, cüzamlıları ve doğuştan kör olanları iyileştirdiğini, felçlileri yürüttüğünü, cinleri çıkarttığını ve sonunda dört gündür ölü olan bir adamı diriltiğini görmüşlerdi. Bu mucizeleri kabul etmişlerdi.

Ama bütün bunların hepsi onları tatmin etmemişti, çünkü öbür peygamberlerin de buna benzer mucizeler yarattıklarını görmüşlerdi. İsa kendilerine bütün bunlardan daha ağır basan nasıl bir mucize gösterebilirdi? Gerçekten Mesih idiyse, bütün bunlardan daha büyük işler yapabilmeliydi. Musa atalarına gökten ekmek vermişti. Ve Mesih’in de benzeri şeyler yapabileceği önceden bildirildiğinden (Tesniye 18:18 34:10-11) sonunda İsa’ya gelip, kendilerine, “gökten bir belirti göstermesini istediler” (Matta 16:1). İsa onların bu kadar belirtiye düşkün olmalarına karşılık şöyle cevap verdi:

“Bu kuşak kötü bir kuşaktır. Belirti arıyor. Ama ona Yunus’un belirtisinden başka bir belirti gösterilmeyecektir.” (Luka 11:29-30)

İsa’nın dünyanın kurtarıcısı, Mesih olduğunu kendilerine hiç şüphesiz bir biçimde kanıtlayacak bir belirti istiyorlardı. Burada İsa onlara açık bir yanıt veriyor ve önlerine iddialarını kanıtlayacak bir tek belirti koyuyor: Yunus’un Belirtisi. Daha önce bundan söz ettiysek de bu noktada ona yeniden bakmamız yararlı olacaktır:

“Yunus, nasıl üç gün üç gece o koca balığın karnında kaldıysa, İnsanoğlu da üç gün üç gece yerin bağırında kalacak.” (Matta 12:40)

Burada İsa iddialarının kanıtını çok açık bir biçimde gösteriyor. Yunus üç gün üç gece balığın karnında idi. Bu yalnızca Ninova için bir belirti olmakla kalmayıp, İsa’nın kendi halkına ve sadece onlara da değil, bütün çağlardaki bütün insanlara olacağı belirtiyi de önceden temsil ediyordu. İsa da “yerin bağrında” buna benzer bir süre kalacaktı. Bunun anlamı neydi? Ölü mü olacaktı? Neden orada üç gün kalması gerekiyordu? Bu iddia karşısında Yahudilerin kafaları herhalde çok karışmıştı ama İsa’dan her belirti istediklerinde O onlara Yunus’un belirtisinden başka bir belirti verilmeyeceğni vaat etmişti. Onlarla birlikte iken olan bir olay sırasında bunun anlamını kendilerine açıkça söyledi.


5. “Bu Tapınağı Yıkın Ve Üç Günde…”

İsa, Yahudilerin Kudüs’teki, içinde Tanrı’nın izzetinin olduğu ve İslamiyet’te de Beytül Mukaddes olarak geçen büyük tapınağı bir dua evi olmaktan çıkarıp bir ticarethaneye dönüştürdüklerini görünce, orada para bozanları, koyun, sığır ve güvercin satanları dışarı attı. Yahudiler de O’na: “Bunları yaptığına göre, bize nasıl bir mucize göstereceksin?” diye sordular.” (Yuhanna 2:18)

Yani, sen bir insan olduğun halde, hangi yetkiyle yaşayan Tanrı’nın tapınağına girip, oranın Efendisi gibi davranabiliyorsun? Bir kez daha kendisinden bir belirti istediler ve İsa da onlara aynı belirtiyi vaat etti:

“Bu tapınağı yıkın, üç günde onu yeniden kuracağım.” (Yuhanna 2:19)

İsa onlara bir kez daha Yunus’un belirtisini vermişti. Yine karşımıza üç günlük zaman dilimi çıkıyor ama şimdi buna bir şey daha ekleniyor. Yahudilere tapınağı yıkmalarını söyleyip onlara meydan okuyor. Daha önce kendisinin yerin bağrında üç gün kalacağını söylemişti, şimdi ise Tanrı’nın tapınağının üç gün için yıkılıp sonra yeniden kurulacağını söylüyor. Bunun üzerine Yahudiler,

“Bu tapınak kırk altı yılda yapıldı, sen onu üç günde mi kuracaksın?” dediler. (Yuhanna 2:20)

Aslında bu aptalca bir soruydu. İsa’nın yaptığı şeyi onaylayabilmek için kendisinden doğaüstü bir belirti istediler. Eğer, “Bu tapınağı yıkın ve kırk altı yılda size bir yenisini kurayım” deseydi, bu o kadar da büyük bir belirti olmazdı. Ama İsa onu sadece üç günde kuracağını söylemişti. Bu onlar için şüphesiz İsa’nın olduğunu iddia ettiği her şeyi gerçekten olduğunu kanıtlayıp göstercek bir belirti olacaktı.

Bu İsa’nın söylediği sözlerin en önemlilerinden biriydi ve eğer O’nun sözleri içinde Yahudilerin kafasında silinmez bir iz bırakanı var idiyse, bu da oydu.

Yıllar sonra İsa mahkemeye çıkarıldığında, O’na karşı tanıklık eden iki kişi de bu unutulmaz iddiayı aktardı. Biri “Bu adam,” dedi, “Ben Tanrı’nın tapınağını yıkıp üç günde yeniden kurabilirim” dedi (Matta 26:61). Diğeri, “Biz O’nun, ‘Elle yapılmış bu tapınağı yıkıcağım ve üç günde elle yapılmamış başka bir tapınak kuracağım’ dediğini işittik” dedi (Markos 14:58). Bu adamların ikisi de İsa’nın sözlerini tamamen yanlış anladıklarından ve bu sözlerin anlamını bir türlü anlayamadıklarından, İsa’nın sözlerini çarpıtmışlardı. Ama çok önemli bir iddia olduğunun farkındaydılar.

Hatta İsa çarmıha gerildiğinde bazı Yahudi kâhinler O’nunla alay edip, “Hani sen tapınağı yıkıp üç günde yeniden kuracaktın? Hadi kurtar kendini!” dediler (Matta 27:40). İsa göğe çıktıktan bir süre sonrasına dek bile Yahudiler hâlâ O’nun bu sözlerini konuşuyorlar ve İsa’nın yeniden gelip Kutsal Yeri yıkacağının bir Hıristiyan inancı olduğunu düşünüyorlardı (Elçilerin İşleri 6:14).

Yahudilerin, “bu tapınağı yıkın ve üç günde onu yeniden kuracağım” sözlerine aşırı ilgi göstermesi, bu sözlerin aslında ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ama bu Yahudiler kendisiyle bu şekilde alay ettikleri sırada bile, İsa’yı çarmıha gererek bu işi kendilerinin gerçekleştirdiklerini ve bunu izleyen üçüncü gün O’nun dirildiğini öğreneceklerinin farkında değildiler. İsa, “Bu tapınağı yıkın” dediğinde, şehirdeki büyük binadan değil kendi vücudundan söz ediyordu. Yuhanna, Yahudilerin tapınağın inşa edilmesinin kaç yıl sürdüğü yolundaki yanıtları hakkında şöyle söylemiştir, “Ama İsa’nın sözünü ettiği tapınak kendi bedeniydi” (Yuhanna 2:21).

İsa üç gün yerin bağrında olacak olanın kendisi olduğunu söylemişti ve Yahudilerle konuşurken de temizlemiş olduğu Kudüs’teki tapınaktan değil kendisinden söz ettiği belliydi. Ama neden kendisinden tapınak olarak söz etti? Yanıtı bulabilmek için O’nun hizmeti ve kişiliği hakkında birazcık bilgi sahibi olmak yeterlidir. Yahudiler O’nun Mesih olduğunu kanıtlamasını ve bunu yapabilmek için de bütün diğer peygamberlerden daha büyük olduğunu mucizelerle göstermesini istiyorlardı. İsa yanıtında onlara sıradan bir peygamber olmadığını göstermeye çalıştı. Kudüsteki tapınakta Tanrı’nın izzetinin sadece bir göstergesinin varlığı bulunuyordu, ama İsa hakkında şöyle söylenmişti:

“Tanrı, doluluğunun tümünün O’nda bulunmasını uygun gördü… Görülmez Tanrı’nın görüntüsü O’dur… Çünkü Tanrılığın bütün doluluğu bedence Mesih’te bulunuyor.” (Koloseliler 1:19, 15 2:9)

İsa’nın söylediği şuydu: Tanrı’nın doluluğunun tümünün bedenimdedir, beni öldürün ve üç gün sonra kendimi dirilterek Tanrı’nın evi olan bu Tapınağın Rabbi ve Efendisi olduğumu size yetecek biçimde bol bol kanıtlayacağım.

6. Yunus’un Belirtisinin En Büyük Anlamı

Şimdi İsa’nın onlara neden bu bir tek belirtiyi, Yunus Peygamberin belirtisini verdiği daha kolay anlaşılıyor. Ölümü, mezara konuluşu ve ölümden dirilişi, onlara Mesih olduğunu kanıtlayacaktı.

Daha önce Yahudilerin iddialarını kanıtlaması için İsa’dan gökten bir mucize, tarihteki bütün peygamberlerin yaptıklarından daha büyük bir mucize göstermesini istediklerini görmüştük ve kişi tarihteki bütün peygamberlerin mucizelerine baktıkça, Yunus’un belirtisinin önemini daha da çok anlıyor. Biraz önce sözünü ettiğimiz gibi, İsa’nın tutuklanıp mahkemeye çıkarılmadan önce yaptığı en büyük mucize, dört gündür ölü olan Lazar’ı diriltmesiydi. Ama bu, Yahudileri ikna etmeye yetmemişti (Yuhanna 12:9-11). Bu tür şeyler peygamber Elişa’nın zamanında da olmuştu.

Ama bir insan ölü bir adamı yeniden yaşama döndürmekten daha büyük bir şeyi başarabilir mi? Bundan daha büyük sadece bir tek şey olabilir. Bir adam öldükten sonra kendini diriltip yeniden yaşayabilirse, bu tabii ki daha büyük bir mucize olur ve bu mucize İsa’dan önce hiçbir peygamber tarafından yapılmamıştı.

Yaşayan peygamberler ölüleri diriltmişlerdi ama İsa’nın onlara vaat ettiği belirti Mesih’in kendisini ölümden dirilteceği idi. Yunus’un belirtisi buydu. Yahudiler çarmıhın altında durup onunla “Hani sen tapınağı üç günde yeniden kuracaktın!” (Matta 27:40) diye alay ettiklerinde İsa’nın birkaç saat içinde öldükten sonra üçüncü gün kendisini dirilteceğinin, kendisinin gerçekten de Tanrı’nın son ve esas tapınağı olduğunu içinde bütün evrenin yaratıcısı, yaşayan Tanrı’nın bütün doluluğuyla var olduğu Mesih olduğunu, karşı konulamaz bir delille kanıtlayacağını bilmiyorlardı. Yunus nasıl yeniden yeryüzünde yaşamak üzere denizin derinliklerindeki balığın karnından çıktıysa, İsa da ölecek, mezara konacak ve üçüncü gün ölümden dirilecekti. Bir keresinde İsa şöyle söyleyerek bunu Yahudilere açıkladı:

“Canımı, tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever. Canımı kimse benden alamaz ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var. Bu buyruğu Babamdan aldım.”(Yuhanna 10:17-18)

İsa üçüncü gün kendisini ölümden dirilteceğini açıklamakla kalmadı, aynı zamanda kendisinden önceki bütün peygamberlerden daha büyük olduğunu da sık sık gösterdi. Yahudiler O’na, “Yoksa sen babamız İbrahim’den üstün müsün?” diye sorduklarında (Yuhanna 8:53), İsa şöyle ekledi “İbrahim doğmadan önce, ben varım” (Yuhanna 8:58). Aynı şekilde Samiriye’li kadının ona, “Sen atamız Yakup’tan daha büyük müsün?” diye sorduğunda İsa, Yakup’un Samiriye diyarında insanların içmesi için bir kuyu yaptığı halde, kendisini içenlerin bir daha asla susamayacakları, diri suyun kaynağını insanların içlerine koyacağını söyledi (Yuhanna 4:14).

Musa O’nun hakkında yazmış olduğu için Musa’dan daha büyük olduğunu söylemiştir (Yuhanna 5:46). Davut’tan daha büyüktü, çünkü Kutsal Ruh tarafından esinlendirilen Davut, Mesih’e “Rab’bim” diyor (Matta 22:43). Süleyman ve Yunus peygamberlerden daha büyük olduğunu söylemiştir (Matta 12:6), çünkü tapınak Tanrı’nın varlığının sadece bir göstergesini içerirken Tanrı’nın doluluğunun bütünlüğü O’nun bedeninde bulunuyordu.

Kimse Süleyman’dan daha bilge olmamıştı, ama İsa, Tanrı’nın bilgeliğinin ta kendisidir (I.Korintliler 1:24). Yunus Ninova halkının cezasının ertelenmesine neden olmuş ama İsa, kendisine itaat eden herkes için sonsuz kurtuluş kaynağı olmuştur (İbraniler 5:9).

Birçok peygamber gelip geçtiği halde sadece bir tane Mesih olacaktı. Peygamberler birçok belirti ve mucize yaptıkları halde, Mesih en büyük belirtiyi kendine saklamıştı. Yunus’un balığın karnında olması, İsa’nın ölümden dirilmesinin önceden verilen bir simgesiydi. Bu yüzden İsa kendisinin gerçekten Mesih olduğunun kanıtı olarak sadece bu belirtiyi vermişti.

Bu da bizi Deedat’ın yazdığı başka bir kitapta, “İncil’de İsa’nın çarmıha gerileceği hakkında Yunus’un belirtisinden başka hiçbir açık şey yazılmadığı” iddiasını ele almaya götürüyor (Ahmed Deedat, İsa Çarmıha Gerilmiş Miydi? Sayfa 33). Bu sözleri, Kitab-ı Mukaddes Allah Sözü Müdür? adlı kitabında yaptığı gibi, İsa’nın çarmıhtan canlı indiğini, mezarda dinlendiğini ve her nasılsa yeniden sağlığını kazandığını kanıtlamak için yazdıklarına çok benziyor.

Eğer İsa sadece ölüme çok yakın olduğu için Romalı askerler tarafından ölü sanıldığından çarmıhtan diri olarak indirilip, havarileriyle gizli toplantılar ve değişik kılıklara girmek suretiyle (Deedat’ın iddia ettiği gibi) yaşamını sürdürdüyse, bizler “bu ne biçim bir belirti?” diye sorabiliriz. Deedat’ın iddialarını ciddiye alırsak, İsa’nın tamamen bir rastlantı sonucu ölümden kurtulduğu ve doğal bir biçimde iyileştiği sonucuna varmamız gerekecek. Bu, kendisinden önce gelmiş geçmiş peygamberlerin yaptığı bütün mucizelerden daha büyük bir mucize bile olmazdı. Deedat’ın Yunus’un belirtisini analizi, hiçbir belirti ortaya koyamıyor!

Diğer taraftan Kutsal Kitap’taki çarmıha gerilme hikâyesini olduğu gibi ele alırsak ve İsa’nın çarmıhta ölüp, üçüncü gün ölümden dirildiğini kabul edersek, o zaman, İsa’nın bütün iddialarının doğru olduğuna dair elimizde kesin ve ispat edilmiş bir kanıt olur. Diğer peygamberler ölü insanları dirilttiler ama sadece İsa kendini ölümden sonsuz yaşama diriltti, çünkü o cennete çıktı ve neredeyse yirmi yüzyıldır da orada. Yunus’un Belirtisinin gerçek anlamını sadece bu olayda buluyoruz ve İsa’nın neden bunu Yahudilere verdiği tek belirti olarak ayırdığını anlamaya başlıyoruz.

Buna göre Deedat’ın İsa’nın çarmıhtan canlı indiği teorisi hakkındaki bu son iddiası aslında o teorinin aleyhinde bulabileceğimiz en güçlü kanıtı oluşturuyor.

Deedat’ın bu kitapçıklarında yazılanları delillerle çürütmek kolay olduğu halde, konuyu burada bırakamayız, çünkü İsa’nın verdiği belirti bütün çağlarda yaşamış bütün insanlar içindir. Yunus’un denizin derinliklerindeki balığın karnındaki yolculuğu Ninova’lılar için Yunus’un sözlerinin doğruluğunu kanıtladığı gibi, İsa Mesih’in de ölümü, mezara konuluşu ve dirilişi bütün çağlardaki bütün insanlar için O’nun kurtuluş misyonunun doğru olduğunu kanıtlamıştır. O’na Rab ve Kurtarıcı olarak inanmayı kabul etmeyenler için İsa’nın bütün insanlığın kurtarıcısı olduğu hakkında başka hiçbir kanıt gösterilmesine gerek yoktur.

Yine de bu belirtinin anlamını anlayan ve İsa’ya inanmaya ve yaşamları boyunca o’nu Kurtarıcı ve Rab olarak kabul etmeye hazır olanlara harika bir güvence verilmektedir: Tövbe eden Ninova’da hiç kimsenin ruhu mahvolup ölmediği gibi, sizin için ölüp, siz de O’nunla göklerdeki egemenliğinde sonsuza dek birlikte yaşayıp, O yeryüzüne yeniden döndüğünde yüceltilmiş olarak görünesiniz diye üçüncü gün ölümden dirilen İsa’ya bütün yaşamınızı verirseniz, sizinki de mahvolup ölmeyecektir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir