Vahram Tatikyan’ın Yaşam Öyküsü
21. YENİDEN DOĞMAN GEREKİR
Vahram her yanda Tanrı’ca kutluluk ve iyilik aracı olarak kullanılmaktayken, insanlar hem ona karşı konuştu, hem de kendisini karaladı; üstelik çekememezlik gösterdi. Hiçbir sağlıksız olumsuz tutuma ters tepkide bulunduğunu anımsayan yok! Herkese her durumda İsa Mesih’in sevgisiyle davranır, onu aşağılayanları sever, yükseltir, onlar için içtenlikle dua ederdi. Yüreğinde kine, hırsa, öç alıcılığa yer yoktur. Her kezinde mutluluk sergileyen birini görmek isteyen bunu Vahram’da görebilir. Evinde neyse dışarıda da oydu. Sevincinin, cana can katan tutumunun kaynağı olarak daima Rab’bi gösterirdi. “Gelen giden olaylar bir sürü sıkıntıya yol açabilir” derdi. “Ama Rabbimiz sürekli sevinci sağlar; her vakit O’na bakmalıyız.”
Konuşmalarını, ruhsal tanıklığını en kolay biçime koymayı tüm anlamıyla başarırdı. Kullanageldiği bir simgeyi herkes duymuştu. Sol elindeki bir nesneye dikkati çekerek, “Sen buradaydın” derdi. Ardından dikkati sağ eline çekerek Mesih’in orada bulunduğunu, günahlı günahından dönünce Mesih’in onunla yer değiştirdiğini vurgulardı. O’na imanla teslim olanı sağ ele naklettiğini, Mesih’inse günahlıya yaraşan yeri aldığını belirtirdi. “O senin yerini aldı, seni de kendi yerine aktardı. Buna iman et!” Bu çok basit betim sayısız insanın Mesih’i kurtarıcısı olarak değerlendirmesine neden oldu. “Tanıklıkta bulunmazsam benim için mutluluk kalmaz” derdi. Sık sık kullandığı başka bir söz de şudur: “Rab herkesi gani gani bereketledi, canlar kurtardı.”
Herkese kendi düzeyinde konuşur, alçakgönüllülükten ayrılmazdı. Çocuğa çocuk gibi, gence genç gibi, aydına aydın gibi seslenmeyi başarabilirdi. Hiçbir fırsatın kaçmasını istemezdi. Herhangi birisiyle konuşma açmak, dostluk kurmak onun için kolay işti. Engin yürekli tutumu, daima güler yüzü herkese güvenlik aşılardı. Ve gerçekten güvenilir bir inanlıydı. Öz yapısının niteliği, gönülden bağlı olduğu iyi insan İsa’nın yaratık yaşamında yansımasıydı, O da haberci Pavlos’un şu çağrısıyla seslenebilecek bir inanlıydı:
“Ben nasıl Mesih’i örnek aldıysam,
siz de beni örnek alın” (I.Korintostular 11:1).
Kutsal Ruh’un bir canı aydınlatması yönetmesiyle cansızlığı gidermesini kovalar, bunu da başarabilirdi. Sevincini, “Hamdolsun, Halleluyah!” ünlemleriyle dile getirirdi. “Mesih diridir!” demek coşkusunun belirtisiydi. Bazı kez heyecana gelerek yanındakine, “kardeş!” ya da, “kız kardeş!” diye seslenirdi. “Ne var, Vahram birader?” Karşılığı belki de şu olurdu: “Halleluyah!” Bir sürü boş laf ya da dedikodu etmektense, duygularını bu çeşit ünlemlerle dile getirmek ona doygunluk verirdi.
Onun için basit biri, belirli durumlarda da saf demek yanlış olmayacak. Dengeli biçimde, bilgece davranan biri sayılamazdı belki. Ama herkes doğrultusunda, her tutumda temel ilke edindiği içtenlikli sevgi pek çok eksildiğini gidermekteydi. Karşısına gelen herkesin temel sorunu canının kurtuluşuydu. Bu nedenle bundan daha öncelikle konuşulacak bir konuyu düşünemezdi. Kısa zamanda canın asıl gereksinimine girmesi beklenen gelişimdi. Tüm dikkatini niçin buna verdiği sorulduğunda, “Yaşam fırsatları bazen bir kezdir” diye yanıt verirdi. Sevgiyle etkilenen üstelemenin, canları tövbeye ve Mesih’e imana çeken yöntem olduğuna kesenkes inanmıştı. Tanrı hükümranlığına ittiği pek çok kişi buna tanıklık etmekte. Sonunda onlar da başkalarını hükümranlığa iletmiştir.
Hristiyan soydan gelenlere, bu adla bilinenlere önemli bir soru doğrulturdu: “Yeniden doğuşa malik misin?” Birçoğu biraz da duraksayarak, çekinerek, “Evet” deyince, Vahram onların gerçek durumunu anlamış olmanın kesinliğiyle, “Ama kurtuluşun oluşturduğu sevinç belirmiyor yüzünde” derdi. “Gerçekten tövbe eder, Mesih’e bağlanırsan yeniden doğar, sağlam mutluluğa kavuşursun.” Bu yolla pek çok kişiyi günahların affına, kurtuluşun güvencine getirdi
Ev toplantılarından birinde Haralambos Bostancıoğlu anılıyor
İstanbul’da Kardeşlerle ~~ 1950
Türkçe’de çok az ruhsal içerikli kitap ya da dergi varken, yaşamı en etkin kitap ve ruhsal yazıydı. Eline geçirebildiği kitap ve broşürleri içtenlikle satmaktan, dağıtmaktan özel beğeni duyardı. Tanrı Sözü’nün her yolla ve araçla yayılması temel yükümlülüktü onun için. Bildirişim çağının şaşırtıcı boyutlara gelişinden bir iki kuşak önce yaşadı ve çalıştı. Ama bildirişim tekniğinin en son buluşlarından yararlanan şimdiki kuşak, insan bedeni kuşanan Söz’ü böylesi etkinlikle yayamamakta. Gerçekte tanrısal Söz onda yerleşmiş, insan aracılığıyla insanlara iletiliyordu. Böyle birinin havadan sudan konuşmalara tutulması düşünülemezdi. Yüceden kaynaklanan gerçeklere bağlılığı, kardeş ve kız kardeşlerle bir araya gelerek göklerdeki Baba’ya dua etmesini etkilerdi. Yakın dua arkadaşları arasında Mosho Bekleyen, Hagopos Karakoçyan, James K. Lyman bulunurdu. Hem yaşlılarla, hem çocuklarla dua ederdi. İsa Mesih, “Bir insan yeniden doğmadıkça Tanrı’nın hükümranlığını göremez” demiştir (Yuhanna 3:3). Bunun nasıl bir sonuç getirdiğini anlayabilmek isteyen, gerçek anlamda yeniden doğan Vahram gibilerin yaşam yöntemine bakabilir: Tövbe etmek. Tanrı katında doğrulukla donatılmak, imanla sonsuz güvenliğine kavuşmak, yeryüzünde parlak yaşam aşamasına gelmek, buna tanıklık etmek..
Bu köklü konularda aydınlığa kavuşan biri durumunda tanrıbilimin derinlerine canlılıkla, incelikle eğilebiliyordu o. Tanrı gerçeklerini kavrama ve anlatma yeteneği yaşamındaki Tanrı kayrasının bir uzantısıydı. Çürük, sakat, yaratıklarca tasarlanan öğretileri, kuruluş ve kuşakları sevgiyle sustururdu. ‘Yehova Şahitleri’ adıyla tanınan örgütün bağlıları ona yaklaşmak istemezdi. Bazıları onu İlyas’a, Yahya’ya benzetti. Ona Amos ve Hezekiel benzeri özel çağrı gelmişti. Haberci Filip gibi daima Kutsal Ruh’un yönetimindeydi. Görmelerini başkalarıyla paylaşırdı: Bir yeri ziyarete gidince ilkin, “Dua edelim” diye söze başlardı. Herhangi bir buluşmayı ruhsal konulara taşımanın etkin yöntemiydi bu.
22. VAAZ ETME BİÇİMİ
Önümüzde hiç okula gitmemiş, konuşma tekniğiyle ilgili derslerden geçmemiş, bu önemli sanat kolunda sivrilmemiş biri var. Kilise tarihinde birçok etkin konuşmacının adı geçer. Apollo bunların ön sırada bulunanıdır belki (bkz. Habercilerin İşleri 18:24-28). Altın ağızlı Hrisostom’un örneği uyarınca bilinenler çoktur. Bireyleri, toplulukları Tanrı’nın etkin sözüyle sürükleyerek yaşamın en önemli kararına ileten öğütçüler saygıyla, özenle anılır. Bildirişim sanatının en belirgin uygulayıcısı olan etkin ve eğitici konuşmacılar her yerde ilgiyle aranır. Bunlar güzel söz söyleme yeteneğiyle donatılmış, okumuş, eğitilmiş kişiler olabilir; ama ön sırada beliren özellikleri Kutsal Ruh’ça meshedilen ve onaylanan biri olmaktır. Tanrı Musa’yı hizmetine çağırınca o, “Ya RAB!” dedi. “Beni mi bu önemli işe atıyorsun? Konuşabilme yeteneğim yok, dilim sivri değil!” Tanrı onu, “Ağzı yaratan kimdir?” diye yanıtladı. “Ağzını etkin kılacağım, ne söyleyeceğini sana ben bildireceğim.” Musa ikircikliğini sürdürünce Tanrı ona kardeşi Harun’u göstererek, “Halka senin adına o konuşacak, sana ağız görevini o görecek” dedi. Sorun böylece karara bağlandı (Tevrat-Mısır’dan Çıkış 10:17). Ama ilginç ve önemli gelişim, Harun ne Firavun’a, ne de halka tek söz olsun konuştu. Musa’nın tüm korku ve çekingenliğine karşın, çağıran ve gönderen RAB onu öyle bir konuşmacı yaptı ki, Firavun’a yetkiyle meydan okudu, o geniş halk topluluğuna güçle, yetkiyle başkan özelliğiyle konuştu, niceleri Tanrı bağlılığına iletti. Yeremya peygamberin yaşamını ve çağrısını incelediğimizde, aynı durumla karşılaşırız (bkz. Yeremya l:4-10). Pavlos’u karalayanlar onun için, “Konuşması aşağı görülmeye bile değmez” diyordu (II. Korintoslular 10:10).
Tanrı’nın atadığı etkin konuşmacı ne doğuştan söz söyleme yeteneğini taşır, ne de en parlak bildirişim eğitiminden geçer. Kendini bu sıradan sayanları Tanrı kullanmaz bile! O’nun çağırdığı, atadığı vaiz ve öğütçü, günahtan arıtılan, doğrudan doğruya Kutsal Ruh’ça meshedilen, kendisi etkilenen ve canları etkileyebilendir. İşte önümüzde böyle bir vaiz görmekteyiz. Bunları derken eğitimi küçümsediğimiz düşünceye getirilmemeli. Eğitim, kuşkusuz yerinde bir disiplindir, ama konuya çözüm değildir.
Fakülte bitirmeyen, çeşitli diller bilmeyen, konuşmacılık sanatında bilenmeyen bu adam minberin gerisinde, ya da bir ev toplantısında yerini alınca en etkileyici, sürükleyici, canlandırıcı, eğitici vaizdir. Çünkü onu bu işe Kutsal Ruh atamış. Ağzını dilini Yaratanı meshetmiştir. Gerçek sözünü esinleyenin, etkileyenin yönetimi altındadır o. Bu yüzden Tanrı’nın canlı sözünü etkinlikle anlatabilir, bu söz aracılığıyla günahlı canlara ilzam (ruhsal eleştiri) getirebilir. Günahlılığının aşırı düşüklüğünü tanıyan kadını erkeği Tanrı’nın katında tövbeye, kurtarıcı Mesih’in kurtulmalığını imanla değerlendirmeye yöneltebilir. O, bu özellikleri taşıyan tanrısal öğütçüdür. Eski Antlaşma’nın peygamberleri uyarınca..
Vaazları öğütleri birer önerme ya da kuram değil. Tanrı’dan esinlenen etkin Söz’ün kişisel yaşama uygulamalı açıdan yaklaştırılması, gözle görülür sonucu getirmesidir. O, bunu yaparken, kendi bozukluklarını, sözdinlemezliğini örnek olarak göstermekten hiç çekinmez. Tanrı Sözü’nün kendi varlığında nasıl etkinleştiğini erdemli tutumla açıklar. Kendisini ermiş biri olarak sergilemez. Kişisel yaşamındaki sonucun her günahlıda gerçekleşebileceğini sevinçle, güvenle vurgular. Dinleyicileri aynı karar gereğine çağırır. Bunu yakından görebilmek için kitabın sonunda onun canlı bir vaazını okumak çok yararlı olacaktır: “Şam Pınarlarının Birinde Bir Delik Tas.”
Bu ilişkide onun dua bağlılığını da unutmamalıyız. O her konuda her görevde duayla iş gören Tanrı bağlısıdır. Karşısındaki önemli iş kendinin değil, Rab’bindir. Bunun için, her ilişkide imanla Tanrı’ya yaklaşmalı, yakarmalı, oruç tutarak güvenle O’nun bu işi sonuçlamasını beklemeli, insanlara Tanrı’ya ilişkin konuşmaya koyulmadan önce, Tanrı’ya insanlara ilişkin yakarmak zorunluluğu en önde gelen yükümlülüktür. Üstlenilen hizmet kişinin kendi işi değil, Tanrı’nındır. Bu nedenle bildirilen sözün yüreklerde etkinlikle iş görmesi için Tanrı’ya dilekte bulunmak her durumda zorunludur. Felsefe kolunda düşünmenin önemi neyse, Tanrı’ya hizmet uğraşında Vahram’a dua odur. Bu ilişkide Tanrı’nın Yeremya peygambere belirttiği gerçek geliyor akıllara:
“Sözlerimi ağzında ateş edeceğim,
bu insanları da yakıt. Onları yiyip tüketecek…
“Sözüm ateş gibi, kayaları paramparça
eden balyoz gibi değil midir? RAB buyuruyor…
“O’nu anmayacağım, gayrı O’nun adıyla
Konuşmayacağım desem, sözün yüreğimde,
Kemiklerimde yanan bir ateşe dönüştü.
Onu tutamıyorum, yoruldum; elimden gelmiyor..”
(Yeremya 5:14; 23:29; 20:9).
Yıllar süresi bu Tanrı işçisinin yaydığı, vaaz ettiği tanrısal Söz böyle etkin boyutlarda belirdi, insanlara erişti, kişileri kurtarıcı Mesih’e çekti.
23. YAŞAMINI TANRI’YA AYIRMANIN GÖNENCİNDE
İnanlılar arasında Maraşlı Fazilet hemşire Mesih’e bağlılığın belirgin bir örneğiydi. Yaşam tanıklığı su götürmezdi. Vahram bu kız kardeşin kendine çok uygun bir eş olabileceğini düşünerek onunla evlenmek için öneride bulundu. O ilgi göstermeyince evlenme konusu artık kapandı, bir daha kovalanmadı. Bu konu birkaç kez aklına gelmişti daha önce; ama ciddi bir adım atmadı. Tanrı çağrısının gönencinde yaşamak daima öncelik taşıyan doygunluğu ve beğenisiydi. Göksel Baba ona birçok hemşire sağladı: Aygül, Sirpuhi, Altun, Rebekka, Hayguhi gibi. Bunlar her durumda gereksinimlerine koşar, bir annenin ya da ablanın yapabileceğinden daha etkin yararlılıkla onu destekler, sürekli yardım sunar, onun için dua ederdi.
Onun ilginç yaşamını izleyenler, ruhsal hizmetine eğilenler çok kez alışılmış bir soru sormuştur: “Bu adam bir mistik (gizemci) midir?” Gizemciliğin Reformasyon öncesi Avrupa’sında parlak uyanışlara öncülük ettiği birçoklarca bilinir. Ama onun gizemcilikten haberi bile yoktu. Buna ilişkin pek bir şeyler duymamıştı. Türkçe’yle Ermenice’den başka bir dili doğru dürüst bilmiyordu. (Sonradan giderayak Arapça ile İspanyolca’yı konuşabilecek biçimde öğrendi.) Thomas à Kempis, St. Bernard de Clairvaux, St. Hildegard, Master Eckhart, Madame Guyon, François Fenelon gibi tanınmış mistiklerin yaşam ve yazılarını okuyabilme olanağından yoksundu.
Onun gizemli tanrısayarlığı, tutarlı dengeli duada direşkenliği, derin hayranlıkla Tanrı’nın Sözü’ne bağlılığı, Mesih’in günahsız yaşamına içtenlikle imrenişi, açlıklarda –aç kaldığı pek çok durum olmuştur– yakınmazlığı ve başka şaşırtıcı özellikler belki de kendisini mistisizmin sınırına getirmişti. Kuşkusuz dünyayı, insanları, olayları pek çok kişiden apayrı bir görüşle görmekteydi. Hem yiyeceğe, hem lafa oruç tutardı o. Kendisine dikkatle bakanlar sık sık dudaklarını kıpırdattığını görürdü. Acaba ne söylerdi öyle? Diz üzerinde dua edişi güncel alışkı olmuş. Bu insanın Tanrı’ya yakarışta sürekliliği, O’nunla aralıksız konuşma durumunu oluşturmuştu. Tıpkı St. Bernard de Clairvaux’nun (1091-1153) bir ilahisinde seslendiği gibi:
“Seni düşününce İsam,
Taşar kalbim hazla.
Ah, tatlı yüzüne baksam
Katında doyumla..”
Hiç doyum bilmeyen bir açlıkla Kutsal Söz’e dalıp orada Kurtarıcı’yla karşılaşmak, O’nun güçlü kurtarma ve kutsal kılma eylemiyle daha derin biçimde tanış olmak, yüreğinin sınır tanımayan bağlılığını O’na anlatmak yaşamının temel ilgisi ve kovalayışı olmuş. Tüm özlemi, yücelerdeki Mesih’in katından avuntu alarak inanlıları avundurmak, inanmayanları o gizemli yaşamın doyurucu zenginliğine çekmek. Böyle bir arayış sonucunda onun hem yaşamı, hem de ruhsal tanıklığı içtenlikli isteklilik ve isteklendirmeyle belirir. Günahlıların kurtulma isteği bununla anlatılabilir.
Yeşaya ya da Davut peygamber gibi soylu bir peygamber değil, ama yüreğinde dudaklarında canlılık bulan peygamberlik bildirisi niceleri yeni doğuşa ve Tanrı’nın ailesinde soyluluğa çeker. Kutsal Söz alçakgönüllü yürekten kaynaklanır, Apollo gibi söz söyleme yeteneğiyle, dünyanın çöllüğünde dolaşan canları çiçek bahçelerine, taa göklere yüceltir.
Vahram sadece Vahram’dı. Taklitçilik denen tutum ya da davranışı yoktu onun. Kökü Anadolu’da olan Tanrı işçileri arasında onun yeri özeldir. Otuzlu, kırklı yıllarda onun aracılığıyla yapılan işleri salt sonsuzluk açıklayacak bir gün. Yüreği Müslüman’a, Hristiyan’a, Yahudi’ye, dinsize sevgiyle dolup taşardı. Kendini herkese borçlu sayardı: Bir günde üç ya da dört ev toplantısına katıldığı olağandı. Ve her toplantıda kadın erkek Mesih’e kavuşurdu. Yönelttiği toplantılardan birine katılıp da, can kurtulmaksızın ya da Mesih’in çekiciliğine daha çok özenmeksizin ayrılmak olamayacak gibiydi. Türkiye’den başlayarak, Ortadoğu ülkelerine, Güney Amerika’nın Şili’sine varıncaya dek Tanrı Sözü’nü, Sevinç Getirici Haber’i özel hayranlık ve bağlılıkla yaydı.
“İman etmedikleri kişiye nasıl seslenecekler?
O’na ilişkin işitmedikleri kişiye nasıl iman edecekler?
Söz’ü yayan olmazsa nasıl işitecekler?
Gönderilmezlerse Söz’ü nasıl yayacaklar?”
Kitap’ta yazılmış olduğu gibi:
“Gönül açan haberler duyuranların
Ayakları ne güzeldir!”
(Romalılar 10;14,15).
24. ANADOLU GEZİLERİ
İstanbul’da birçok kişi yeni yaşama kavuşmuş, Rab’be yürekten bağlanmış. Ev toplantıları güncel bir olgu, ruhsal tanıklıkta bulunanların sayısı kabarıyor. Anadolu’dan gelip İstanbul’da kurtuluş bulanlar oradaki ruhsal gereksinimi vurgulayarak Vahram’dan kentlerini, köylerini ziyaret etsin diye dilekte bulunmakta. O hiç kimseye söz vermeden Rabbi’ne dua etmekte, Kutsal Ruh’un yönetimi olmadan başkalarının ya da kendisinin kararıyla herhangi bir işe atılmamaya kararlı. Uzun süre, “Ya Rab, beni Anadolu’ya göndereceksen önümde yolu hazırla!” diye içtenlikle dua etmekte.
Tanrı bir gün şu sözlerle göksel yöntemi ona açıklar: “Ben Tanrı, babanın Tanrısı’yım, Mısır’a inmekten korkma… Mısır’a seninle birlikte ineceğim” (Yaratılış 46:34). Vahram bu buyruğu kendisine Tanrı’ca sağlanan pasaport niteliğinde kabul ederek Rabbi’ne teşekkürlerini sunar. Kırklı yılların ortalarında iki kardeşle birlikte Galata rıhtımına inerler. Samsun’a gidecek vapura bilet satın alır. Yakınlarını yolcu etmeye gelen bir sürü insan var. Oracıkta birçok kitap sattıktan sonra kardeşlerce uğurlanarak gemiye biner, diz çökerek dua eder. Yıllar boyu hep inanlılarla bir aradaydı. Kardeşlerin, kız kardeşlerin yakınlığı her zaman ona sıcak destek sağlamaktaydı.
Ama şimdi tüm gemide tek inanlı o! Hem de Rab’bin işini ilerletmeye atanan bir Mesih bağlısı. İblis, “Sakın gemide kitap satmaya kalkmayasın, başın belaya girer!” diye kulağına fısıldar. Çünkü güçlük çıkabilir yolunda düşünmekteyken, yolculukta yalnız olmadığı aklına gelir. Diri olan Rabbi kendisiyle birlikte değil mi? Geride bıraktığı inanlı kardeşler bu yolculuğun güvenli ve verimli olması için dua etmiyor mu? Kutsal Ruh onun anısına bu somut sorularla seslenerek tam bu işi yapmaya atandığını ve gemiye bindiğini ona belirtir. Tanrısal tasarının başarıyla bütünlenmesi için duaya başlar.
Kitap satmak istediğini bir yolcuya açıklayınca o, “Ne güzel!” diye yanıt verir. “Gemide bunca insan var, hepsinin de okumaya vakti bol. Ne duruyorsun, kalk ve sat!” Hiç bilmediği bir yolcu aracılığıyla Kutsal Ruh onu yüreklendiriyor. Yine duayla Samsun’a varıncaya dek çeşitli parçalardan yüze yakın satar. “Bir öğrenciye Süleyman’ın Özdeyişleri’ni Mezmurlar’ı satmaya kalktım o, ‘Hayır, İsa’nın hayat kitabını isterim!’ dedi. Bunun üzerine ona bir İncil sattım.” Hiç ummadığı bir gelişimle yüreklendirilen Vahram teşekkür ruhuyla bunları yazmış.
Aşçıbaşının derdi başından aşkın. Vahram, “Arkadaş, hiç çekinmeden derdini anlat!” diyor. Adam, bir süre önce oğlunun cezaevine girdiğini, şu anda çökük bir genç olarak içerde yattığını açıklar. “Onu avuttum; İsa Mesih’in somut sevgisini, kurtarışını anlattım, armağan olarak bir de kitap sundum. Hemen yüzü güldü. Gerçekten avuntu buldu ve bunu bildirdi. Çok çok teşekkür etti, vapurla yolculuk ettiğimde ucuz tarifeden nasıl yararlanabileceğime ilişkin bol bilgi verdi bana.” Dostluk, arkadaşlık havası estirmek Vahram’ın hüneri..
Samsun’a ulaştılar. Vahram’ın yüreği hamtla dolu. Birkaç Hristiyan ailesini ziyarete gider. Başarılı bir iş adamıyla tanışır. Müslümanlar arasında birçok dostu bulunduğunu söyleyen bu adam, onlara armağan etmek üzere otuz üç parça kitap satın alır. Sonra her kezinde duyduğu bazı alışılmış soruları doğrultur ona:
- Bu kitap değiştirilmiş olabilir mi?
- Cincilere, bakıcılara karşı verilecek yanıt nedir?
- Haberci Pavlos’un bedenindeki diken ne olabilirdi? vb.
Vahram her birine gerekli yanıtı Kutsal Kitap’tan verir: (bkz. Yeşaya 34:16; 8:19,20; II.Korintoslular 12:7-10). Konuşmaya kulak misafiri kesilen bir Müslüman yanıtlardan yararlandığını söyleyerek bir İncil satın alır. Takuhi adında inanlı bir bayanla tanışır. Bu hemşire Vahram’ı yanına alıp ev ev dolaştırır. Birçok eve taze sevinç gelir, kadın erkek beğeniyle Rab’bin Sözü’nü dinler; kurtulanlar, Mesih’in kayrasal sevgisini tadanlar olur.
Daha sonra bir meyhaneye uğrar. Sahibi Ermeni. Hem o, hem müşteriler kitap satın alır. Vahram, Kurtarıcı’nın kişiyi her tür günahtan kurtarabilmeye gücü yeter olduğunu hepsine açık açık anlatır. Bunları duyan müşterilerden biri, “İstemeye istemeye ayaklarım beni buraya sürükledi; hiçbir yerden yardım bulamadım, bakalım İsa yardım edecek mi?” diyerek dört İncil parçası satın alır.
Vahram Amasya doğrultusunda trene biner, başını eğerek dua eder. Yandaki kompartımanda çocuklu bir aile var. Onlarla tanışır, yardım sunar. Adam bir yabancının gösterdiği sevgiden etkilenerek onun kentini, işini, istikametini sorar, bir Kutsal Kitap satın alır. Trende pek çok kitap satılır. Amasya’da bir kilise var. Papaz o gün özel olarak oraya gelmiş. Vahram’ın kitap sattığına çok sevinir, “En iyi işi yapıyorsun” der. Papaz daha sonra ayin yapar, ama halk birşey anlayamaz. Vahram, “Ayinde değindiğiniz ayeti Türkçe’de anlatabilir miyim?” diye sorunca papaz hayranlıkla onaylar. Metin şu: “Size önemle belirtirim; yere düşüp de ölmeyen buğday tanesi tek başına kalır. Ama ölürse bol ürün getirir“ (Yuhanna 12:24).
Vahram Mesih’in bu sözleri üzerinde, O’nun ölümü ilişkisinde canlı bir vaaz vererek, her günahlının bu ölümden yararlanıp ürün niteliğinde Tanrı’ya sunulması gerektiğini vurgular. O daha sözünü noktalamadan oradakilerden biri, “Bunların yazılı olduğu Kitap’ı sağlayabilir miyim?” diye sorar. Hiç kimse evine dönmek istemez. “Papaz buraya ancak yılda bir gelebiliyor; bunlar bize her gün gerektir” derler. Vahram yeniden gelmek için dua edeceğini, çabadan beri durmayacağını bildirir. Genç bir kadınla kızı İncil’i hiç görmemiş. Günlerdir susuzlukla boğuşanın suya kavuşması gibi Kitap’a sarılırlar, onu bırakmak istemezler. Siyahlara bürünmüş bir kadın oğlunu yitirmenin derin acısında. Kutsal Ruh Vahram aracılığıyla onu avutur. Bu kadınlar Mesih bağlısı olur. Yıllar öncesi eline bir Kitap geçmişken, onu meraklı bir yakınına kaptıran biri yeniden Kutsal Kitap’a kavuşmanın sevincinde. On bir yaşında bir kızcağız yüksek sesle dua etmek istiyor, ama nasılını bilemiyor. Bu kız kurtuluyor, İsa Mesih’e hamt duası yükseltiyor ve dua etmesini öğreniyor. Vahram Pazar ayinine katılıyor, papaza yardım ediyor. Oradakileri çok etkiliyor bu.
Bir hocayı ziyarete gidiyor, ona vaftizci Yahya’nın Tanrı mucizesi sonucunda doğmasıyla ilgili kesimi okuyor. Hoca, “Üç yıldır bir İncil aramaktaydım, ama bulamıyordum; şimdi onu ayaklarıma getirdin” diyerek teşekkürle bir tane satın alıyor, adresini veriyor. Bu sırada başka bir hoca, “Bu kitap değiştirilmiştir” sözleriyle araya giriyor, Vahram’ı iyice haşlıyor. Sonra ona, “Allah’ı nasıl bilebilirsin?” yolunda bir soru doğrultuyor. O tatlılıkla Kutsal Kitap’tan şu yanıtı veriyor: “Tanrı adaletli bir yargıçtır. Evet, öyle bir Tanrı ki, her gün öfkelidir” (Mezmur 7:11). Hoca bu kez cincilere, bakıcılara ilişkin bir soruyu dile getiriyor. Vahram Yasa’nın Tekrarı 18:9-14’le yanıtlıyor. Hoca, Yuhanna 16:7-13’teki PARAKLİT konusuyla ilgileniyor. Vahram bunu da yanıtlayınca, hoca az önce öfkeyle konuştuğu için özür diliyor, bir Kutsal Kitap satın alıyor. Vahram’ı başka hocalarla buluşturmak istiyorsa da bu gerçekleşmiyor.
Amasya’da bir Ermeni düğünü düzenlenmiş. Birçok Müslüman da çağrılılar arasında. Vahram’ın katılmasını istiyorlar, konuşması için vakit ayırıyorlar. Rab İsa’nın Kana kentinde düğüne katılarak tüm şölene sınırsız kutluluk getirdiğini okuyor (bkz. Yuhanna 2). Evlenen çiftin anaları ve babaları derin hayranlıklarını belirterek, daha önce hiçbir düğünde Türkçe olarak bu tür bir konuşma duyulmadığını söylüyorlar, onun her yıl iki-üç kez gelmesini istiyorlar!
Merzifon’u ziyaretten sonra, Gümüşhacıköy yolunda otobüs bozuluyor. Şoför kısa sürede düzeltilemeyeceğini, kalan yolun yaya olarak bir buçuk saat tutacağını, dileyenin hiç beklemeden gitmesini salık veriyor. Yolcular bavullarını omuzlayarak yürümeye başlıyor. Ama Vahram’ın bavuldan başka bir sürü kitabı var. Gümüşhacıköy’de birçok aileyi ziyaret edecek. Onlara kitap götürülmeli. Rabbi ona özel güç sağlıyor. Hem bavulunu, hem kitap kartonunu taşıyarak yaklaşık iki saat yol yürüyor. Yük giderek ağırlaşmaktayken, daha önceki çağlarda Mesih’in Sevinç Getirici Haberi’ni yayanları düşünüyor, Rabbi’ne şükrediyor. “Onlar ağır yükle iki saat değil, birçok gün yol yürümedi mi? Kendisi yerine Golgota tepesine o ağır haçı taşıyan Mesih için iki saat yol yürümek de ne ki?” Bu derin düşüncelerle aşılan yol bir hiç gibi geliyor ona.
En sonunda kente vardığında Rabbi’ne şükür sunuyor, bir kişiden başlayarak birçok insanla ilişki kuruyor, bunlar dostluğa dönüşüyor. İşin garibi burada da bir düğün töreni var. Hiç duraksamadan onu davet ediyorlar. Birkaç saat içinde kendisini toparlıyor, çağrılılar arasında yer alıyor. Tanrı’nın sevinç getirici sözünü yaymaya düğün yerinden daha uygun bir yer düşünülebilir mi? Amasya’daki deneyim sanki burada da yineleniyor. Ertesi gün evleri ziyarete çıkınca, Tanrı Sözü’nü işitmeye, Mesih’i kabul etmeye, iki saat yol yürüyerek taşıdığı o kitapları satın almaya can atan birçok insanla karşılaşıyor. Bir genç peşin para vererek İstanbul’dan on Kutsal Kitap ısmarlıyor. Gümüşhacıköy ziyareti bu sıradan daha birçok sevindirici gelişimle son buluyor.
Otobüsün bozulması giderayak bir alışkı olmuş sanki. Tokat’a yolculuk etmekteyken Turhal’da aynı arıza, aynı alıkonulma. Onarım uzun vakit alıyor. Turhal’da durak yapmak tasarısı yokken önünde yeni bir fırsat kapısı açılıyor. Bu yerde kendisini kabul edecek kişilerle ilişki kurabilmek için Rabbi’ne içtenlikle yakarıyor. Araştırmalar olumlu sonuç vermiyor; Rab ona soruşturmayı, araştırmayı sürdürmesini buyuruyor. Sonunda bir Hristiyan’la karşılaşıyor. Hali vakti yerinde olan bu adam onu evine alıyor. Vahram evdekilere konuşmaya başlayınca adamın on iki yaşındaki oğlu, “Ne olur baba?” diyor, “Onun hemen gitmesine izin verme!” Böylece, geceyi orada geçirsin diye çok sıcak bir davet alıyor. O, “Tek koşulla kalabilirim” diyor. “Bu akşam, ilgilenenleri çağırarak evde bir toplantı düzenlerseniz.” Bu dilek sevinçle onaylanıyor. Hava kararmakta. Bir taşıyıcı göndererek bavulunu getirtiyorlar. Beş aile bir araya gelmiş; heyecanları yüzlerinden okunuyor. Çoktandır Tanrı Sözü’nü duymamışlar; çölde susuzluktan kıvrananlar gibi.. Kitapları yok! Ev sahibi yirmi iki yaşındaki kardeşini yitirmiş olmanın üzüntüsünde. Öyle bir toplantı oluyor ki, herkes Tanrı huzurunun sevincine doyamıyor. Birçoğu tövbe ederek Mesih’e bağlanıyor. Yanında kalan kitaplardan satıyor. Ertesi gün, Tokat’ta olacak.
Ve Tokat. İstanbul’dayken Mesih’e iman etmiş bir hemşireyi buluyor orada. O’nun evinde akşam toplantısı oluyor, pek çok kişi katılıyor. İsa Mesih’in kurtuluş sağlayışını değerlendirenler, kitap satın alanlar çok. Gençler diz çökerek Tanrı’ya, İsa Mesih’e sevgilerini açıklıyor. Evin içinde esen imbat herkesi etkiliyor. Bir aile Kutsal Kitap’ı elde etmek için kaç kez İstanbul’a yazmış, yanıt alamamış. En sonunda bunu elde edebilmenin sevinci içindeler. Kısa zamanda yeniden gelmesini içtenlikle diliyorlar istemeye istemeye onu yolcu ediyorlar.
Tokat’tan sonrası Sivas. Tanrı’nın sağlayışıyla, uğradığı her kent ve kasabada biri çıkar, gönüllü kılavuzluk yapar. Buradaki kılavuz seksen yaşında bir bayan. Her yanı evinin her bir köşesini bilircesine bilmekte. Mahalleden mahalleye, evden eve gidiyorlar. Tanrı’nın kutluluğu birçok kişinin gönenci oluyor. İsa Mesih’in şu sözleri gerçekleşiyor: “Herhangi bir kent ya da kasabaya girdiğinizde, kimin saygıdeğer olduğunu sorun ve ayrılıncaya dek o yerde kalın. Eve girerken oraya esenlik dileyin. Eğer o ev saygıdeğer ise esenliğiniz üzerine insin; saygıdeğer değilse, esenliğiniz sizlere geri dönsün” (Matta 10:11-13).
İsa Mesih’le ilgili bilgileri hiç denebilecek düzeyde sayılan birçok kişiyi aydınlatıyor. Çocuklar Mesih’in üstün öğretisinden ve yaşamından bilgisiz olduklarım davranışlarıyla gösteriyor. Bir mahalleye gelirken onları taşlamaya başlayan bir çocukla karşılaşıyorlar. Onun bir Ermeni çocuğu olduğunu öğrendiğinde Kutsal Kitap’tan sevgi öyküleri anlatıyor. Çocuk bunları öylesi beğeniyor ki, sağa sola koşarak on arkadaş topluyor. 6-12 yaşlarındaki bu çocuklar duyduklarını kendilerinden geçercesine ilgiyle dinliyor. Mesih’in adını, çarmıhta onlar için öldüğünü hiç duymamışlar bile!
Çocuklardan birinin annesi gelişimi izleyerek Vahram’la rehberini eve çağırıyor. Aynı öyküler biraz başka biçimde bu bayana anlatılınca o ağlamaya başlıyor. Vahram soruyor: “Bu güzel Kutsal Kitap öykülerini çocuklara niçin anlatmıyorsun?” O, acı acı yakınarak, “Bizim gibi cahiller kime ne öğretsin ki?” diyor. Kadın oracıkta tövbe ediyor, kurtarıcı Mesih’e içten iman ediyor. Her uğradığı yerde Tanrı’nın Kutsal Ruhu onun sözlerini böyle etkiliyor, gerekli desteği sağlıyor. Çocuklar da Mesih’in kanında yıkanmak, arıtılmak için dua ediyor. Kadın Mezmurlar’ı alıyor, Vahram’ın önerisiyle yirmi üçüncü Mezmur’u çocuklara öğretmeye başlıyor. Bu mahallede epey kitap satılıyor. Bir Hristiyan kızı annesinin satın aldığı Kutsal Kitap’ı okula götürüyor. Öğretmeni kitabı beğeniyor, öğrencilere oradan okumaya başlıyor. Anlayamadığı bir yerde takılınca çocuğu anne babaya salıyor, orayı açıklamalarını istiyor.
Sivas’ta yer yer ev toplantıları oluyor. İçi ısınanlar birçok akşam bir arada Tanrı huzurunun gönenciyle paydaşlık ediyor. İnsanlar tövbe ediyor, tanrısal bağışa kavuşuyor. Kitapçı dükkânlarına kitaplar bırakılıyor, siparişler alınıyor. Sadece bir kitapçı onu yüzgeri ediyor. Vahram bu adam için dua ederek ayrılıyor. Yaklaşık bir hafta geçirdiği Sivas’tan ayrılırken pek çok kişi, birçok aile ve dükkân sahibi bu ilginç ziyaretçinin tanıttığı Mesih’in konusunu etmekte. Rab İsa Mesih’in sevgisi bu mübeşşirden başka canlara geçmekte..
İstanbul’a dönmeden önce son uğradığı yer Ankara. Başkent’in yerli Hristiyanları işe güce, alıp satmaya dalmış, ilgisiz ve bilgisiz bir âlemdeler.. Tutumları ruhuna çöküntü getiriyor. Sonunda bir-iki inanlıya rastlıyor. Birlikte dua ediyorlar, çöküntülü ruh onu bırakıyor. Bazı yabancı inanlılarla tanışıyor, onların dilini bilmemeye karşın ruhları hemen bağdaşıyor. Ona kendi toplantı yerlerini açıyorlar; Ankara’da on dört gün geçirerek birçok verimli toplantı yönetiyor. Gelip Söz’ü dinleyenler, tövbe ederek iman aşamasına yükselenler, kurtulanlar çok. Bu arada bir hamt konusu var: İstanbul’a sipariş edilen kitaplar ulaşmış. Elindeki kitaplar çoktan suyunu çekmiş. Yeni gelen kitaplar bol bol satılıyor. Önünde açılan kapıların hesabı yok. Aileler onu ilgiyle evlerine çağırıyor; evlerde gözyaşlarıyla tövbe edenler oluyor.
Çeşitli gereksinimi olanlar, hastalık çekenler yaklaşarak para veriyor, yaşamları için dua dileğinde bulunuyor. Kutsal Kitap’ın okunmasını dinlemek istiyor. Ama Vahram bu tür hizmete karşılık para kabul eden biri değil. Paralarını kesinlikle geri veriyor. Bazıları, “Bu adam sağa sola koşarak herkese konuşmaktan, dua etmekten, başkalarını yüreklendirmekten ne yarar çıkarıyor ki!” biçiminde düğümlü sorular sormakla oyalanıyor.
Ermeni bir iş adamı, güzel bir ikramda bulunayım dürtüsüyle onu çalgılı-içkili bir gece merkezine götürmeye kalkıyor. Vahram her zamanki tatlı gülümsemesiyle, “Böyle yerlere gitmek alışkım değil!” diyor. Adam üsteledikçe üsteliyor, o dua ediyor: “İsam, İsam, İsam!” Karşısındaki şaşırıyor, “İsa’nın bu tür işlerle ne ilgisi var ki?” diye merakla soruyor. Vahram, “Gelip seni kurlarsın diye İsam’a yakarıyorum” diyor. Adamın tutumu değişiveriyor. Vahram, “Beni danslı-eğlenceli içkievine davet edecek yerde evine götürmez misin?” diye soruyor. O hiç direnmeden, “Buyur gidelim” diyor. Evine böylesi erkeninden, hem de çok efendi birisiyle geldiğini gören ailesi sevinçten uçacak oluyor. Meğer eşinin meyhaneye uğramadığı, sarhoş dönmediği akşam olmazmış. Hem de o gün at yarışlarında önemli bir para yitirmiş, derdini unutuvermek için çalgılı-içkili eğlence evine gitmeyi niyet etmiş. Ama Tanrı sadık işçisi Vahram aracılığıyla o bozuk tasarıyı bozmuş. Evde ona ve ailesine Tanrı’nın Sevinç Getirici Haberi’ni anlatıyor; iman ediyorlar, tövbeye geliyorlar, Rab tüm ailede göksel kayra eylemini bütünlüğe erdiriyor. Adam içki masasından, kumar tuzağından kurtarıcı Mesih’in sevgi dolu kucağına atılıyor.
Ankara’daki son toplantıya Yahudi bir bayan da katılıyor. İlk kez olarak duyduğu ruhsal tanıklıklar, dualar, ilahiler ve konuşma canını derinden etkiliyor, onun elinde kalan en son İncil’i satın alıyor. Sevinçli bir gece toplantısı birçok kişiye erinç getiriyor.
Yorucu, ama bol ürünlü uzun bir geziyi sonuçlamış olmanın mutluluğuyla ertesi sabah İstanbul’a ayrılması gerek. Önceden alınmış bileti yok. Sabah erkenden otobüs yazıhanesine –o günlerde merkez garajı yok– gidip bilet sağlaması zorunlu. Ama gecikiyor. İstanbul otobüsünde –sabahları bir sefer– yer kalmadığını öğrenince hemen Rabbi’ne dua ediyor. Tam o sırada, yolculuktan cayan biri beliriyor, elindeki bileti satmaya çalışıyor. Vahram’ın önünde dikiliveriyor. O, ayağına gönderilen bileti Tanrı’ya şükür sunarak satın alıyor. Ne yazık, adama satabileceği bir tek kitabı kalmamış! En ön sırada on iki saatlik İstanbul yolculuğuna başlıyor. O sabah Kutsal Kitap’ı okumak, Babası Tanrı’ya dua etmek için gerekli zamanı ayırmış, bu önemli paydaşlığı savsaklamamaya dikkat etmiş. Bu yüzden otobüs yazıhanesine gelişini geciktirmiş, ama en ön sırada ayrılmış yer kendisini bekliyor ve yanındaki yolcu arkadaşa Mesih’i tanıtıyor.
25. LYMAN MAC CALLUM’UN KALEMİNDEN
Uzun yıllar Kitab-ı Mukaddes Şirketi’nin müdürlüğünü yapan Lyman Mac Callum’a, Vahram’ın ilettiği birçok ilginç deneyimi bu adam kaleme almış. Türkiye’yi vatanı yapan, 1955’te İstanbul’da müdürken yaşama gözlerini yuman bu adam “CALL TO İSTANBUL” (İstanbul’a Çağrı) adlı ilginç bir kitabın yazarıdır. Üstat bir yazar olan Bay Mac Callum’ın biriktirdiği çeşitli olguları bu yaşam öyküsünün içine almak uygun ve yerinde olur. Önümüzdeki iki parça bu adamın yazılarından alıntıdır:
TOROS EKSPRESİNDE BİR MELEK
Yolculuk çok güzel başlamıştı. Toros ekspresinin çift ranzalı kompartımanında Vahram’ın yolculuk arkadaşı saygıdeğer bir bey. Kendisini Mekke belediyesinin hazinedarı olarak tanıtır, İstanbul’a tedavi için gelmiş. Vahram’a alt ranza verilmiş. Kendisinin oldukça genç, yol arkadaşıysa daha yaşlı biri olduğu için Vahram üst ranzaya tırmanmayı gönül hoşluğuyla kabul eder. Adam teşekkürlerini sunar. Yolculuk sıkı fıkı dostluğa dönüşür. Vahram ona Arapça ve Türkçe Kutsal Kitap’ı uzatır, adam derin merakla incelemeye başlar kitabı hiç görmemiş biri!
İkinci gün Suriye sınırına yaklaşmadan önce Türkçe kitapların tümünü satmaya çalışır. Yataklı vagonlara uğrayarak işini sürdürür. Sadece iki bayan onun yaptığı işi kınar. “Bu kitaplarla insanların beynini zehirliyorsun” diyerek sert sert onu paylarlar. Trende herkes dost; salt bu bayanlar saldırgan. Vahram sürekli duada. İstasyonlarda azıcık para karşılığı şişelere su dolduran çocuklara kompartımandaki birkaç boş şişeyi doldurtarak para yerine Kutsal Kitap parçaları verir. Tüm şişeler doldurulduktan sonra bir çocuk gelir, “Ağabey, bana da bir kitap versene” diye yalvarır. Ama parasız kitap verilmemesi gerektiğinden, çocuğa, “Git on kuruş getir, kitabı satın al!” der. Çocuk, “Amca, hiç param yok, ne olur bana da bir kitap ver!” diyerek içtenlikli dileğini üsteler. Tren ayrılırken çocuk durmadan yalvarıyor. Sonunda böyle bir dileğe dayanamayarak çocuğa kitabı verir.
Gelişimi izleyen bayanlar öfkeyle ona çıkışır: “Çocukların beynini zehirliyorsun sen. Polis nerede?” Kadınlar ortalığı velveleye veriyor. O anda uzun boylu bir adam yaklaşır. Satmakta olduğu kitaplardan birer kopya ister Vahram’dan. Her birinden birer parça aldıktan sonra, “Şimdi de o bayanlara birer tane” deyince, Vahram, “Onlar bela çıkarmak istiyor” der. Adam, “Bırak işi bana” yolunda yanıt verir. “Bu kitapları bana satıyorsun, onlara değil!” Böylece parayı saydıktan sonra, bayanların kompartımanına yaklaşarak, “Onlara karşı bağırıp çağırdığınız kitapları hele bir araştırın” diyerek ayrılır. Vahram bir Tanrı meleğinin Toros ekspresinde yolcululuk ettiğine, o güç durumda yardımına yetiştiğine inanır, bu beklenmedik gelişim için Tanrı’ya şükür sunar. Bayanlarla hiç ilgilenmiyormuş gibi gözükür. Az sonra pencerenin önünde dikilip dışarıyı seyrediyormuş gibi davranır; ama kulağı kirişte. Ne duyuyor öyle? Bayanlardan biri o kitapçıktan. İsa’nın Zakkay’ı çağırmasını ilgiyle okuyor, öbürüyse onu dinliyor. Yeniden Tanrı’ya şükür yükseltiyor.
Tren Adana’ya dayanınca kadınlar iniyor. Acaba parçaları orada mı bıraktılar diye kompartımana baktığında hiçbir şey göremiyor. Bu kez pencerede dikilip gözleriyle peronu taramakta. Bayanlar kendilerini karşılamaya gelenlerle kucaklaşıyor. Vahram acaba kendisini görecekler mi diye merak ederken, bayanlar valizlerini toplayıp yavaş yavaş oradan ayrılıyor. Biri azıcık geride kalarak, “Size iyi yolculuklar!” deyince o, “Tanrı sizinle olsun” karşılığında bulunuyor, kanepeye çöküp yürekleri yumuşatan ve değiştiren Tanrı’ya içtenlikle dua yükseltiyor. Vahram’ın çeşitli Anadolu yolculuklarında Tanrı Sözü’nü satması böyle çarpıcı deneyimlerle dolu.
26. SAMSUN’A UZANAN YOLCULUK
Bedros Tozluyan çok küçük yaşta Kaliforniya’ya gitmiş, Frezno’da toprak almış bağlar yetiştirmiş varlıklı biri olmuş. 1953 yılında doğduğu vatanı ziyarete gelince, daha önce ona ilişkin çok şey duyduğu Vahram’dan kendisiyle birlikte geziye çıkmasını istiyor. Birçok arkadaşı ona yardımda bulunuyor, böylece masraflarını karşılaması sağlanıyor. Gezi 24 Haziran’dan 18 Temmuz’u kapsayacak. Yola koyulmak için evinden çıkınca Mezmurlar’dan şu Söz kendisine bir kutlama duası gibi geliyor: “RAB kendisinden korkanlardan, kayrasına umut bağlayanlardan hoşnut olur” (147:11). İlk Kutsal Kitap o sabah Tozluyan’ın ötelinde kâtibe satıldı. Kâtip otele her ulustan insan geldiğini söyleyerek altı dilde kitap ısmarladı. Ankara otobüsü için bilet kesenlere birçok İncil parçası satıldı. Yanında oturan yolcu fakülte bitirmiş bir devlet memuru. Vahram çantasını açarak bir Kutsal Kitap sunuyor: “Bununla tanış mısınız, beyefendi?” Adam bir anlık duraksamadan sonra, “Sizin dükkân tünelde değil mi?” diye soruyor. Vahram, “Evet” deyince o, “Tuhaf iş!” diyor. “Kaç kez dükkânınızın önünden geçtim, uğrayıp bir kitap satın alayım dedim; ama bir türlü vakit bulup isteğimi yerine getiremedim. Şimdi bunu ayağıma getiriyorsun. Hem de tam uygun zamanda. Tatilimi geçirmek için bir dağa gidiyorum, iki hafta boyunca bir ağacın altına çekilip kitabı okumaya bol vaktim var.”
İstanbul-Ankara yolculuğu on iki saat. Yollar tümden asfaltlanmamış. Yer yer tozlu, rampalı. Vahram’la yol arkadaşı Ankara’da altı gün geçiriyorlar. Evden eve uğrayarak birçok aileyi ziyaret ediyorlar. O altı yıl önce Ankara’da çok verimli birkaç gün geçirmiş. Kendisini tanıyanlar ikisini de sevinçle karşılıyor. Birçok derdi olanlar, dua dileyenler, avuntu arayanlar var. Kitap satışı oldukça yüreklendirici. Önceki ziyaretinde kitap satın alanların bunları okumakta olduğunu görerek Rabbi’ne hamdediyor.
Pazar sabahı bir evde toplantı var. Yaklaşık elli kişi evin iki odasına sıkışmış. Isı yüksek olduğundan pencereler tümden açık. Dışarıdan toplantıyı izleyenler var. Aralarında bir polis memurunun eşi de bulunuyor. Ev sahibi bu bayanı içeri davet edince, kadın sonuna dek kalıyor, teşekkür ederek İncil parçaları alıyor.
Kutsal Ruh’ça esinlenen ve belirgin biçimde desteklenen etkin bir öğüt verildi o gün. Alışkısı olduğu üzere, kimlerin kurtulmaya, tövbe etmeye gereksinimli olduğunu sordu. O yerde Tanrı erinci hissedilir biçimde egemen; bir de toplananlar arasında günahlılık anlayışı belirgin. Yönelttiği toplantılarda bu iki önemli öğeyle karşılaşmak çarpıcı görünüm. Birçok kadın erkek içindeki köklü gereksinimi açıklamaktan çekinmedi. Bu iki oda tanrısal görkemin açıklandığı bir tapınağa dönüştü. Katılanlar bir türlü gitmek istemiyor. Toplantı sonunda süren söyleşi ve yarenlik, oluşan sıcak havanın uzantısı. Bireyler Rab’bin sınırsız iyiliğinden söz etmekte.
Vahram yanındaki kitapların neredeyse tükenmekte olduğunu gördüğünde, İstanbul’a Şirket’e telefon ederek, Ankara’dan ayrılışından önce yeter sayıda kitap gönderilmesini istiyor. Telefon kulübesinden ayrılmaktayken, konuşmayı duyan, onun hayranlığına dikkati kayan memur, kolaycacık satılmakta olan, yeni sipariş gönderilen bu kitapların özelliği ne olduğunu sorar. O, kitapları tanıtınca hepsinden birer tane satın alır. Umulmadık durumlarda iştahlı alıcılardan biri.
O gün Enver Songar’ı ziyaret ederler. Ağabeyisi Ömer’le birlikte yıllar öncesi Almanya’dayken kurtuluş bulan Enver paydaşlıktan yoksun, ruhsal yaşamda tümden cılız bir inanlı kalmış. Eşiyle birlikte ruhsal yalnızlığın güçsüzlüğündeler. Ankara ziyaretinin değeri sanıldığından daha yararlı. Dağınık yerlerde paydaşlığa, avuntuya gereksinimli kişileri ziyaret etmenin yararı yolculuğa parlak boyutlar katmakta. Vahram, “Bir tek aileyi görebilmenin sevinci yolculuğun her çeşit güçlüğünü taşımaya değer” diye yazmış.
Buradan ileriye gidiş heyecan verici: Vahram’ın doğup büyüdüğü Sungurlu. Dört saat süren sıçramalı bir otobüs yolculuğundan sonra iki kardeş yerlerine ulaşıyor. Bir taşıyıcı buluyorlar; bavulları otele taşımasını istiyorlar. Ardından bir tanışın dükkânına gidecekler. Emekçi arkadaş, “Olmaz!” diyor. “Bu yerde dostlarımızı otellerde bırakmayız. Sizi o dükkâna götürürüm; evlerinde yatırmazlarsa benim evime geleceksiniz.” Böylesi konukseverlik yüreklerini duygulandırıyor. Dükkâna vardıklarında o yerin sahibi sanki iki ziyaretçiyi bekliyormuş gibi onları bağrına basıyor. Vahram taşıyıcıya candan teşekkür ederek emeğinin karşılığını sunuyor; bir de İncil parçası.
Sungurlu’da on iki Hristiyan ailesi yaşamakta. Toplantıları ne yok. Herkes sevinçle akşamki toplantıya katılıyor. Hemşerilerini aralarında görmek, hem de kendisinden bu tür içtenlikli sözler işitmekle anlatılamayan gönence geliyorlar. Vahram’la Tozluyan’ın ağzından çıkan sözleri sanki yutuveriyorlar. Bir sürü soruları var. Vahram bunları yanıtladıktan sonra tövbe ve kurtuluş konusuna dönüyor. Hazır bulunanların tümü günahlılığını tanıyarak Mesih’in karşılıksız kurtarışını kişisel yaşamı için değerlendiriyor. Tanrı önünde imanla doğruluğa kavuşmanın oluşturduğu sevinci içtenlikli hamt dualarına dönüştürüyorlar. Vahram bakkal Hanif’in bir süre önce öldüğünü öğreniyor. Hemşerilerine birçok kitap sattıktan sonra, burada sevince gark olmuş küçük bir topluluk bırakarak vedalaşıp gidiyorlar.
Bundan sonraki ziyaret Kayseri’ye. Bu kez trene atlıyorlar. Trende bir sürü kitap satıyor. Özellikle tren memurunun ilgisi cesaret getirici. Bir yerde çok kısa bir durak yapıyorlar. Tren memuru koşa koşa onun kompartımanına geliyor, “Çabuk, o kitaplardan bir sıra daha ver” diyor, “İstasyon şefi istiyor.” Kutsal Ruh’un böylesi yüreklendirici, hem de yabansı biçimlerde iş gördüğü için başını eğerek Tanrı’ya teşekkürünü sunuyor.
Kayseri’ye ulaştıklarında dosdoğru Ermeni kilisesine gidiyorlar. Papaz Haygazun onları sınırsız sevgiyle karşılıyor, kilisenin odalarından birinde konuk ediyor. Bu sağlayış, her akşam kilise avlusunda toplantı düzenlemeye yol açıyor. Katılanların sayısı kabarık. Tanrı Sözü’nü ilgiyle dinleyenler, soru soranlar çok. Papaz tüm toplantılarda hazır. Her açıdan yardımda bulunuyor, katılanları yüreklendiriyor. Kurtarıcı’ya iman ederek kurtulanlar az değil.
Buradan Talas’a yöneliyorlar, bağlıklarda bir hemşireyi ziyaret ediyorlar. Özelliklerinden biri düzenli akılla iş görmek olan Vahram, “Burada bizi dört yönlü görev beklemekteydi” diye gözlemde bulunuyor. “Yanımızdaki hemşire ruhsal paydaşlık yokluğu içinde çok üzgün, Tanrı’nın Sözü’nden onu yüreklendirdik, avuttuk” diyor ve devam ediyor: “Eşi imandan çok ırak. Kendisine en uygun biçimde Tanrı’nın sevgisini anlattık; adam oldukça yumuşadı.” Ardından gözlemlerini şöyle sürdürüyor: “Bir de kızları var. Son günlerde eşini yitirmiş genç bir dul. Hem avuntuya hem de kurtuluşa gereksinimli. Kendisiyle konuştuğumuzda sıkıntılarının ötesinde Tanrı’nın sevgisini kavrıyor, bunun somut belirtisi olan kurtarıcı Mesih’e gönülden iman ediyor, kurtuluşun gönencine eriyor.” Bir de, konu komşu her zaman evin bayanından Kutsal Kitap’ı ister, okumaya ilgi gösterirmiş. Gelgelelim, onun yanında kitap ne yok! “Komşuların da isteğini karşıladık, birçok kitap sattık” diyerek dört yönlü görevin nasıl bütünlendiğini sevinçle anlatıyor. Karşısına çıkan gereksinimleri yerine göre değerlendirerek bunlara eğilen bir işçi.. “Her kentte, her köşede bu türden gereksinimler güncel görünüm!” diye bir not eklemiş anılarına.
Verimli bir hizmet dönemini tamamlayarak Kayseri’den ayrılıyorlar. Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Everek’e varıyorlar. Burada da kilise, papaz var. Bir evde konuk ediliyorlar. Daha yerleşmeden komşular küme küme akın ediyor. Tanrı’nın verdiği ivedi görev hemen başlıyor. Aralarında gerçek inanlılar var. Dua toplantısı olacak, sözü çevreye yayılınca geriye kalan kim varsa aynı eve doğru seğirtiyor. Bireyler bağırdaki gereksinimini açıklayarak kimisi kocası için, çocuğu için, başkası da sağlığı için, komşusu için ve bu türden çeşitli istekler için dua diliyor. Everek ziyareti de çok kişiye geniş çapta yardım sağlayıcı bir buluşmaya dönüşüyor. Sunulan kurtarışı sevinçle kabul edenler, kitap alanlar, yepyeni ruhsal aşamaya gelenler az değil. Yeniden gelesiniz diyerek onları uğurluyorlar.
Buradan Sivas’a yöneliyorlar. Vahram beş yıl önce gelmişti buraya. Çok tatlı geçen o ziyaretten üzücü bir anı kalmış aklında. Kitap bırakmak için başvurduğu bir dükkâncı kendisini biraz da kaba biçimde baştan savmıştı. Ama Tanrısı’na imandan, O’nun gücüne güvenmekten hiçbir zaman ödün vermeyen bu Mesih bağlısını yüreksizlendirebilecek direniş düşünülemez. İçtenlikle dua ederek yeniden o dükkâna uğruyor: “Merhaba! İyi işler. Bu Kutsal Kitap’tan ve onunla ilgili çeşitli parçalardan dükkânınıza koymak istemez misiniz?” Önceki direniş buhar gibi dağılmış, buzlar gibi erimiş. Belki de yılların oluşturduğu olgunlukla, ama Tanrı’nın kapalı kapıyı açmasıyla dükkâncının tutumu başkalaşmış. “Beş Kitab-ı Mukaddes’le bir İncil bırakabilirsin” diyor. Bunları vitrine koyarak satışa sunuyor. Vahram’ın yüreğinden sevinç dolu hamt ilahileri çıkıyor.
Geride kalan yerlerde olduğu gibi burada da ev toplantıları, tövbeye kurtuluşa çağrılar, ruhsal öğütler ve Rab’be sunulan başaklar taze boyutlara geliyor. Herkes ziyaretçilerin daha uzun süre kalması için dilekte bulunuyor; ama önlerinde dopdolu bir gezi programı düzenlenmiş. Onlar Tokat’a ayrılırken hizmetin ürünleri yeşermekte, geride kalan konuşmalara ilgi sürmekte.. Tokat’ta, genç yaşta ölüp çok verimli bir hizmetten zaferle ayrılan, Kutsal Kitap’ın Arapça’ya, Farsça’ya, Hintçe’ye çevirisi için Kutsal Ruh’ca seçilmiş, geniş çapta uğraşlarda bulunmuş Henry Martyn’in (1781-1812) mezarı var. Kabir taşı Belediye müzesinde. Tokat’a uğrayan bir Mesih inanlısına bu saygın gencin kabir taşını ziyaret etmeden ayrılmak çok güç. Genç yaşta tanrısal hizmetinden ayrılarak Mesih’in ödülüne kavuşan Henry Martyn’in o kısa ama verimli yaşam dönemi Vahram’a taptaze istek ve yüreklendirme aşılıyor.
O daha önce Tokat’a gelmiş; elinde bir adres var. O yere vardıklarında adam küçük çırağa, bu iki kişiyi başka bir yere götürmesini bildiriyor. Yolda giderlerken Vahram bu Hristiyan çocuğuna Mesih’ten söz ediyor. O’nun sevgisi, ölümü, kurtarışı çocuğun kulaklarına değince, ayakları sanki yürüyemez oluyor. Öylesi heyecanlanıyor ki, gidilecek yolu şaşırıveriyor. “Mesih’in adını, kurtarışını hiç duymamış olan bu çocuğa salt o ulu olguyu anlatmak için bile olsa Tokat’a gelişimiz değerdi” diye yazıyor.
Başka bir yerden birinin kitaplar satmaya geldiği polisin kulağına erişiyor. Vahram’ı izleyerek bir kuyumcu dükkânında kendisiyle karşılaşıyorlar. “Şu kitapları görebilir miyiz?” diyerek ona yaklaşıyorlar. Polis memurlarından biri baş sayfaya göz atınca tümünün de yurtta yayınlandığını görerek, “Çok iyi, çok iyi!” diyor. Bu kitabı etraflı biçimde okumak için kuyumcuya uğrayacağını söyledikten sonra ayrılıyorlar.
Elinde tek kitap kalmış, Bir terziye yaklaşıyor; adam, “Hayır, istemem!” sözüyle onu baştan savıyor. Gecenin geç saatinde otel kâtibi, “Seni biri arıyor” diyerek Vahram’ı uyandırıyor. Gözlerini ovalar durumda yazıhaneye iniyor. Kimi görsün? O terzi! “Çok acınırım” diyor, “Sen ayrıldıktan sonra içimde derin rahatsızlık duydum, ayağıma gelen fırsatı teperek o Kutsal Kitap’ı almadım. Satmadıysan, işte parası!” Tokat ziyareti de sevindirici gelişimlerle yüklü..
Buradan dosdoğru Samsun’a. Otele iniyorlar: Otelci gelenlerin kimler olduğunu öğrenince suratı asıyor. Vahram bir bardak su rica edince, “Bunca iş ortasında sana su getirmeye mi çalışalım?” diye iyice çıkışıyor. Ama o dileğinin tepilmesini güler yüzle karşılıyor. Kuşkusuz, adamın dikkatinden kaçmıyor bu davranış; yavaş yavaş ısınmaya yüz tutuyor. Son akşam Vahram’a, “Biraz gelir misin lütfen?” diyerek onu rakı masasında inanç konularını tartışan bazı adamların önüne getiriyor. “Bakın, işte gerçek bir Müslüman!” diyor. Vahram kaşını kırpmadan, “Müslüman, teslim olan demektir” diyor, “Bu bakımdan gerçek bir Müslüman’ım.” Ve aynı noktadan başlayarak sofradakilere seven Tanrı’nın bireyi günahtan arıtma, kurtarma ve af etme yöntemini, kurtarıcı Mesih’e iman gereğini, diri Tanrı’ya tümden teslim olmanın gönencini ayrıntılarıyla anlatıyor, ardından da Mesih’in kendisini nasıl kurtardığını açıklamaya koyuluyor. Tümü de derin merakla dinliyor. Aralarında itiraz eden tek kişi yok. Hatta birisi, “Çok doğru sözler!” diye mırıldanıyor. Vahram hepsiyle vedalaşıp ayrıldıktan sonra otelci, “Bunların kim olduğunu biliyor musun?” diye soruyor ve sorusunun yanıtını kendisi veriyor: “Vilayette adli yöneticiler!”
İstanbul’dan ayrılmaları sanki dün. Günler ne de çabuk geçmiş! Bedros Tozluyan Vahram’la vedalaşıp gemiye biniyor, İstanbul’a ayrılıyor. O, otobüsle gitmeyi düşünüyor. Yolculuk iki gün. Birisi, “Bir de uçağı sor” diyor. Bilet fiyatı azıcık daha yüksek. Bu yolla gitmeye karar veriyor. Ama yanında satılmamış bir sürü kitap var daha. Gerçi, Türkçe kitapların tümünü Tokat’ta bitirmiş ama başka dillerdeki kitaplara alıcı çıkmamış. Keşke salt Türkçe kitap getirseydi! Samsun’da bir teki kalmazdı. Uçakta fazla ağırlık için cebindeki paranın tümünü sayıyor. Meteliksiz uçağa giriyor, dua ediyor. Yeşilköy’e ulaştığında taşıyıcı ve otobüs parası gerek; ama para diye bir şey kalmamış yanında. Yolcularla konuşmaya başlıyor, onlara Kutsal Kitap’tan konu ediyor. Birisi, “Bana o kitaptan bir tane postalar mısın?” diyerek hiç tanımadığı bu adama parayı sunuyor. Taşıyıcı ve otobüs masrafını karşılayabilecek yeterlikte.. Tanrı’nın şaşılacak sağlayışına teşekkür ederek evine varıyor; ilk işi aldığı siparişi postalamak, sonra da kendisini bekleyen ev hizmetlerine katılmak.
“RAB’bin sesini işittim. ‘Kimi göndereyim?
Bizim için kim gidecek?’ diyordu,
‘İşte ben, beni gönder!’ dedim” (Yesaya 6:8).
“İşte müjde ileten, esenlik işittirenin
Ayakları dağlar üzerinde!” (Nahum 1:15).
“Esenlik sözünü işittiren,
“İşte müjdesini getiren,
Kurtuluş ilan eden müjdecinin
Ayakları dağlar üzerinde ne güzel!
Sion’a ‘Tanrın hükümranlık sürüyor’ diyen”
(Yeşaya 52:7).
27. AKDENİZ SEFERİ – ORTADOĞU ZİYARETLERİ
Vahram’ın yaşam ve hizmet ilkesi haberci Pavlos’un Kutsal Ruh’tan esinlenen sözleridir: “Bilinmeyen ama çok iyi bilinen, ölmekte sayılan ve işte yaşayan, sıkıdüzene sokulan ama ölüm yargısının altından kalkan, üzgün ama her an sevinçli, yoksul ama niceleri varlıklı kılan, hiçbir şeyi olmayan yine de her şeye sahip olan” (II.Korintoslular 6:9,10). Yıllardır her yanda kadına erkeğe yücelerin kutluluğunu ileten bu adam her kararını Tanrı isteği uyarınca verir, her adımını Kutsal Ruh’un yöntemi altında atar. Mesih’in buyruğu dışında hiçbir şey yapmamaya titizlikle dikkat eder; çünkü tanrısal kutluluğun salt bu yolla insan kardeşlere mal edilebileceğine inanır.
Yıllardır dış ülkelerden içtenlikli çağrılar gelmekte. Çalışmalarına, uğraşlarına, ruhsal uyanışlara ilişkin haber birçok yere ulaşmış. Onu aralarında görmek isteyenler az değil: Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır, Yunanistan bu yerler arasında. Halep’te çıkarılan MARANATA dergisinde haberlerini okuyanlar onunla tanışmaya can atıyor. Ama o dua etmekte. Göksel Babası’yla uzun süre konuştuktan, şaşmaz arayışını sürdürdükten sonra dış ülkelerde bir geziye çıkmanın zamanı geldiğini anlıyor. Böylece birçokların umutları yeşeriyor.
1947 yılında otuz inanlı Galata rıhtımında bir araya gelmiş, Akdeniz seferine çıkan gemide Tanrı’nın bu seçkin işçisini O’nun göksel desteğine ve korumasına adamakta. Rıhtımda dualar oluyor, ilahiler okunuyor. Başkaları bu yabansı kardeşlik havasından etkilenmekte. Birçok hacı adayı aynı gemide yolculuk edecek. Geçmiş günlerin uğurlamaları kendine özgü bir görünüm. Epey uzun süren ama aslında kısa kısa sözlerden oluşan sevgi ve dostluk görüşmelerinden, öpüşmelerden sonra uğurlanan yolcu geminin üst güvertesine çıkar, görüşmeler oradan sürdürülür, mendiller dalgalanır, gözler yaşarır, vedalaşmalar noktalanır. Vahram’la kardeşler, kız kardeşler birçok ilahiyi yinelemekte. Bunlardan dikkati çekeni şu:
Rab saklasın kavuşmaya dek,.
Danışmanın, dinç önderin..
Sürüsünde tüm desteğin,
Kanatları güvenliğin..
Altı ayda yeniden görüşebilmektir öngörüşleri. Ama yeryüzünde görüşemezlerse Mesih’in katında görüşecekleri kesin güvenlikleri.. Gemide her çeşit insan var: İlk sevinç olgusu, dertli yürekle yolculuk eden bir bayanı Mesih bağlılığına getirmek. Hacca gidenler arasında biri hoca üç kişiyle derin konuşmalar sürdürülüyor. Vahram yataklı kabinde. Bu adamlardan birini deniz tutuyor; kendisiyle yakından ilgileniyor, onu kabinine alıp kendi yatağını veriyor. Bu sevgi yakınlığından etkilenen hoca bir İncil satın alıyor. Tümü de günahtan arıtılışın dinsel, biçimsel, kişisel çabalarla değil, Tanrı’nın kayrasıyla gerçekleşebileceğini öğreniyor, içlerinden biri İstanbul’a dönüşünde toplantılara katılma isteğini dile getiriyor.
O yıl, otuz altı yılda bir gelen hacc-ül-ekberdi. Bu yılda hacca gidenin yararları çok üstün sayılırmış. Mekke’ye yolculuk edenlerin sayısı yaklaşık üç yüz. Tümü de toplu olarak namaz kılıyor. Vahram da onlarla birlikte diz çöküyor, Tanrı’ya, Kurtarıcı’ya içtenlikle dua ediyor. Hepsi de onun Mesih bağlısı olduğunu öğrenmiş; çünkü diz üzerinde sürekli dua ediyor, ayağa dikilerek yeniden diz çökmüyor. Bazısı onu ihtida etmeye çağırmaya dek gidiyor. “Bu adamın salt salavat getirmesi yeter!” diyorlardı. “Nasıl olsa kendi yolunda ermiş biri!”
Günahlı gidişinden onu kurtarmaya, sonsuz cenneti sağlamaya ölen, sonra da dirilen İsa Mesih için canlı tanıklıkta bulunmasına eşsiz bir fırsat kapısı açılmış.. Onlara kutsal Tanrı’nın katında doğrulukla donatılmanın salt Tanrı kayrasıyla gerçekleştiğini, bu kayraya iman etmenin Tanrı buyruğu olduğunu inceliğiyle anlatıyor, bu Mesih’in kendisini nasıl arıttığına ilişkin ayrıntılı bilgi veriyor: “O’nu çarmıhta asılı gördüm, tövbeyle Kurtarıcım’a iman ettim” derken sevincinden gülümsüyordu: “O anda Baba Tanrı günahlı yüreğimi arıttı, geçmişimi sildi, bana yepyeni yürek verdi cennetin güvenliğini canımın gönenci kıldı. On dokuz yıldır Tanrı beni yalandan, sövmeden, yaraşıksız isteklerden ve her tür çürüklükten kurtardı, yüreğime esenlik sağladı. Şimdi yüce kayrasıyla her yanda kendi hizmeti için beni kullanmakta.” Hacı adaylarından biri, “Bu adamın İsa’ya bağlılığı din bağlılığı gibi değil!” dedi. “Bence hiç kimse onu yerinden kıpırdatamaz.” Bundan sonra Mesih tanıklığını aynı açıkyüreklilikle sürdürdü, kemanını çalarak ilahiler söyledi, hiç kimse buna engel olmadı. Yaşlı bir bayan, “Evladım” dedi, “Sen bunlardan önce cennete gideceksin.”
Gemide bir de gazete fotoğrafçısı vardı. Gazetesi için durmadan fotoğraf çekiyor. Hacı adaylarının arasına karışan Vahram’ın da resmini alıyor. Vahram, “Beni bir okla göstererek, ‘Bu, İsa Mesih’in kayrasına kavuşan biridir’ diye yaz altına” biçiminde dilekte bulundu. O bunu yapacağını vaat etti. Konuyla ilgilenenler toplanınca o Kutsal Kitap’ı açarak şu ayetleri okudu:
“Başka hiç kimsede kurtuluş yoktur.
Çünkü göğün altında, insanlar arasında
verilmiş başka hiçbir ad yoktur
ki, biz onunla kurtulabilelim”
(Habercilerin İşleri 4:12).
“Çünkü tek Tanrı vardır;
Tanrı’yla insanlar arasında da tek arabulucu:
İnsan olan Mesih İsa”
(I.Timoteos 2:5).
Gemi İzmir’e uğradı. Birkaç saatlik bekleyişten yararlanarak Fuar’a uğradı, orada birçok kitap sattı. O dönemde Denizyolları’nın Akdeniz seferini yapan gemiler uğranmadık liman bırakmaz. İzmir’den Pire limanına çektiler. Elinde bir adres var. “Geminin kalacağı kısa zamanda oraya gidemezsin, ıraktır” dedilerse de o diretti. Bir kadın yaklaşarak, “İstanbullu olduğuna göre bayan Hagopyan’ı tanıman gerekir” dedi. Vahram, “Çok iyi tanırım” deyince kadın, “Ben onun kız kardeşiyim” diye yanıtladı. Vahram’ın gözleri parladı Rabbi’ne şükretti. Pire’ye çıkar çıkmaz kadın sağa koştu, sola koştu, onun gemi yolcuları arasında bulunduğunu geminin limanda kalacağı sürede bir ev toplantısı yapacağını herkese bildirdi. Az sonra ev tıklım tıklım dolmuştu. Gelenler arasında bir de papaz bulunuyordu. Derin sevincini içtenlikli bir duayla dile getirdi: “Ya Rab, bu hizmet görücünü aramıza gönderdiğin için hamdolsun Sana!”
Zamanında gemiye döndü, yeni gelen yolculara ruhsal tanıklıkta bulunmaya başladı. Ertesi gün İskenderiye’ye ulaştılar. Bir süre kalacaklar. Hemen karaya çıkarak oradaki inanlılarla ilişki kurdu, üç ayrı toplantıda konuştu. Buradaki inanlılar beklemedikleri bir anda aralarında İstanbullu bir kardeşi görmenin sevinciyle çalkalanıyordu. Herkes şu yazının gerçekliğine tanık olmaktaydı:
“Yabancılara konukseverlik
göstermeyi unutmayın.
Bunu yapmakla bazıları bilmeden
melekleri ağırladı”
İskenderiye’den sonra Port Sait. Burada da hiç tanımadığı kardeş ve kız kardeşlerle sevinçli buluşma, hemencecik düzenlenen bir toplantı ve gözyaşlarıyla uğurlama. Son olarak Kıbrıs’ta Larnaka limanı. İnanlılarla buluştuktan sonra Akademi’ye gittiler. Sınıflar kesildi, 400 öğrenciye bir arada konuştu. Vakit yitirmeden gemiye dönmek gerekiyor. Ayrımlı ülkelere, çeşitli limanlara uğrayış sanki saat gibi işledi. Her yerde inanlılarla buluştu, toplantılara katıldı, birçok kişiye sevinç ve gönenç getirdi. Mesih bağlısının nerede olursa olsun, orada sevgi ve konukseverlik buluşunun belirgin bir örneğiydi bu. Tanrı desteğinin ne denli etkin olduğunu düşünerek yolculuğun son kesimini hazırlık duasıyla geçirdi.
28. BEYRUT’A DEMİR ATTILAR
On iki gün alan bu yüreklendirici yolculuktan sonra Beyrut’a demir attılar. Onun buraya gelişinin bir nedeni de tanrıbilim okulunda altı aylık bir kurs görmek.. Kendisi çoktan Kutsal Ruh’un eğitiminde tanrıbilimin özelliklerini öğrenmiş, ama okul ona bir burs sağladığından, Beyrut’a gelmişken bunu bir denemeyi düşünmüş. Rabbi ona bir görmeyle konuşuyor: “Sakın ayrıntılara kapılma!” Bunun içyüzünü daha sonra öğrenecek, biraz da düş kırıklığıyla bu eğitimden soğuyacak.
Bir zamanlar Akdeniz’in incisi adıyla bilinirken, bu gün yürek burkan bir kente dönüşen Beyrut’un zevk u sefaya tutkunluğunu İstanbul’unkinden de aşkın bularak içi sızlıyor. Yeryuvarlağında bilinen her dinin ve inancın serbestlikle varlığını gösterebildiği bu kentte yaşayanların tanrısal kayraya ne denli gereksinimli olduğunu görerek, haberci Pavlos’un Korintos kentindeki deneyimine benzer bir gelişimle karşılaşıyor: “Korkma, ama konuş ve sesini kısma. Çünkü ben senin yanındayım ve hiç kimse sana saldırıya kalkışmayacak, kaba kuvvet kullanmayacak. Çünkü bu kentte bana bağlanacak büyük bir halk topluluğu var” (Habercilerin İşleri 18:9,10). Tanrı bağlılığını kılını kıpırdatmadan sürdürebilsin diye Rabbi üç yöntem gösteriyor ona:
- Dua ve oruç,
- Ruhsal hizmet,
- İnanlılarla çok sıkı paydaşlık.
O şu Söz’ü amaç edinerek anlamlı içeriğini gündemine uyguluyor:
“Birçok tanığın önünde
benden işittiğin bu öğretileri bellemeleri için
güvenilir insanlara ver. Bunlar başkalarına da
öğretebilecek yetenekte olsun” (II.Timoteos 2:2).
Daha ilk günden tanrıbilim okulunun tutumunu, öğretisini, inanç yöntemini Tanrı’ya, Mesih’e bağlılığını temel kurallarıyla çelişkide buluyor. Bunlar, birçok insansal görüş ve açının biçimlenerek çağcıllık maskesi altında benimsenmesi, yirminci yüzyıla özgü anlayışa göre yorumlanması, bir çeşit tanrıbilim eğitimi niteliğinde sunulmakta. Çağcıllık adıyla gelen bu öğretilerin Kutsal Kitap gerçekleriyle sürtüşmeye düştüğünü görerek daima Kutsal Kitap açısından konuşuyor, ruhsal tanıklıkta bulunuyor, hem öğretmenleri hem öğrencileri yeniden doğuşa çağırıyor. “Cennet de var, cehennem de..” üstelemesiyle inanmayanları inandırmayı amaç ediniyor. Boş zamanlarında sokağa çıkıyor, Arapça, Fransızca, İngilizce bilmemeye karşın başarıyla Kutsal Kitap, İncil, çeşitli parçalar satıyor. Beyrut’taki Kutsal Kitap Şirketi böylesi satıcıyı hiç görmemiş! Sattığı çeşitli kitaplar kısa zamanda 1100 parçayı buluyor.
Tanrıbilim okulunda dokuz ay geçirdikten, buradaki inanlılarla geniş çapta paydaşlık ettikten, kilise ve ev toplantılarına katıldıktan sonra, Rabbi ona Şam yönünü gösteriyor. Zaten oraya gitmek isteği çoktandır yüreğinde. Birçok kişi kendisini davet etmiş. Ama parası yok. Cebinde topu topu iki buçuk Lübnan lirası var. Şam yolculuğuna nereden yeter bunca az para! Derken, evleri temizleyen bir hizmetçi hemşire beliriyor kaldığı yerde. Utana utana ona biraz para uzatıyor. Aynı gün onu hiç tanımayan birisi yaklaşıyor. “Bu para Vahram’a verilmeli” sözleriyle eline bir zarf sıkıştırıyor. Rabbi’nin açtığı Şam yolunda yeterli ve sağlıklı kanıttır bunlar.
29. ŞAM’DA
Beyrut’tan otobüsle Şam’a ulaştığında elindeki adresleri aramaya başlıyor. Kısa zamanda kendisini inanlıların yanında buluyor. Ama tüm Şam korkuda kargaşalıkta. Suriye ile İsrail savaşta. Halk derin kaygıda. Yarınından güveni olmayan inanlıları topluyor, onları bir kilisenin önüne götürüyor. Şam’a giderken İsa Mesih’e iman eden haberci Pavlos’un anıtı karşısında bir araya geliyorlar. Kendilerine o yerde yüreklendirici birkaç söz söylüyor (bkz. Habercilerin işleri 9:1-25). Çevreye bombalar düşmekteyken herkes onun korkmazlığına şaşıyor. “Kurtarıcı Mesih’in gerçek inanlısından korkuyu kaldırdığını bir kez daha görerek başımı eğdim, Tanrı’ya hamdettim” diyor.
Acıklı bir olaya tanık olanlar bunu anlatıyor: “Dün gece genç bir kız eğlence merkezinden evine döndü. Az sonra eve bomba düştü, kız öldü.” Vahram’ı çok etkiliyor bu olgu. “Birçok kişi, ‘Dilediğim gibi yaşarım, son saatte tövbe ederim’ diyor. Ama şeytan insana son saat fırsatını kolay kolay vermez” diye yazıyor. Korku giderek genelleşiyor; insanlar evlerini bırakıp başkentten kaçıyor. Ve o şu sözleri ekliyor: “Şeytan kulağıma fısıldadı: ‘Burası çok tehlikeli bir yer; şimdilik bırak git, kendine acı. Yakında tehlike geçer yeniden Şam’a dönersin.’ Ama beni Rab gönderdi Şam’a. Daha Beyrut’tayken, ‘Kalk, Şam’a git’ diyen O değil miydi? Rabbim belirgin ettiği buyruğu hiçbir zaman geri almaz, yalanlamaz.” Böyle konuşan Vahram, “Ya Rab, Şam’da kalayım mı?” yolunda dua etmiyor. O, açıklıkla görebildiği yön üzerinde dualar yineleyen biri değil.
Her sabah 5-7 arası kendini oruca, duaya veriyor, günahlılar tövbe etsin diye dilekte bulunuyor, ardından da toplantılara koşuyor. Sürüp giden korkuya karşın, yediden yetmişe pek çok kişi katılıyor. Genellikle Türkçe vaaz veriyor. Katılanlar avuntu buluyor, başkalarını da bu toplantılara davet ediyor. Derken, Şam’dan geçmekte olan bir hoca kentte Türkçe toplantılar yapıldığını öğrenerek o yeri buluyor ve katılıyor. Vahram’ın ‘Cennet cehennem’ konulu vaazını içtenlikle dinledikten sonra kollarını göğe kaldırarak dua ediyor, “Ya Tanrım, tümden günahlı olduğumu, canımın kayrana susadığını anladım; beni de kurtarıcı İsa’nın arıtan kanında yıka” diye yakarıyor güvenlik buluyor, inanlılara katılıyor.
Bazı kez toplantılar açık havaya taşıyor: Elinde keman, cebinde Kutsal Kitap, kadını erkeği günahtan tövbeye, kurtarıcı Mesih’e çağıran, dili Türkçe olan bu ilginç öğütçüyü dinlemeye toplananlar çok. Ve tanrısal çağrıyı değerlendirenler az değil. Beş altı ayrı toplantıya katıldığı günler oluyor. Kuşkusuz, direniş de eksik değil. Bir sarhoş beliriyor, ağır sövgü sözleri savurarak hem onu, hem toplananları taşlıyor. Başka bir sarhoş, “Çekilip gitmezsen burası belanı bulacağın yer olacak!” diyor. Ama onu Şam’a Rabbi göndermedi mi? Tanrı’nın isteğine karşı insan ne yapabilir ki? Haberci Pavlos’un ilkin oraya geldiği, ‘Doğru’ diye bilinen sokaktaki evin önünde içtenlikle dua eden birine rastlıyor. Ona, kutsal bilinen evlerin sokakların değil, günahlı Saul’u arıtarak yepyeni yaşam veren İsa Mesih’in, kendisini de imanla arıtabileceğini söylüyor. Adam gözyaşı dökerek tövbe ediyor, Mesih’in kurtarışına güveniyor, törecilikten biçimcilikten Tanrı’nın kayrasında aradığı esenliği buluyor.
Galata rıhtımında kardeş ve kız kardeşlerle vedalaşırken, bu ayrılışın altı ayda son bulacağını düşünmüşlerdi. Ama bu dolaylarda hizmeti uzadıkça Rab’bin sözü geliyor aklına:“Düşüncelerim sizin düşünceleriniz değil, yollarım sizin yollarınız değil! RAB bildiriyor” (Yeşaya 55:8). Şam’dayken kendisine davet ardına davet geliyor, yüreklendirici fırsatlarla karşılaşıyor, Kutsal Ruh kendi işini taptaze boyutlara ulaştırıyor.
Yeruşalim’i ziyarete derin istek var içinde; ama Arap-İsrail savaşı buna olanak bırakmıyor. Bu istek daha sonra gerçekleşecek. Savaş tüm kudurganlığıyla sürmekteyken Tanrı’dan şu söz geliyor: “RAB’bin önünde, Yakup’un Tanrısı’nın önünde ey dünya titre. Kayayı su havuzuna, çakmak taşını da su kaynağına dönüştürendir O”(Mezmur 114:7,8). Bu somut bildiri yeni bir ruhsal uyanış vaadi olarak yüreğine yerleşiyor, Tanrı’nın görülmedik ulu eylemler göstereceğine ilişkin içine güvenlik getiriyor, tazelenmiş imanla bunları beklemeye başlıyor. Bunca yıl Tanrı’ya hizmet edenin görgüleri parlak bir geleceği gösteriyor ve kanıtlıyor.
30. HALEP’TE RADYO DALGASI GİBİ YAYILAN SÖZ
Şam’dan Halep’e giden yol birkaç saati kapsar. Uzun süredir buradaki kardeşler kendisini çağırmakta, Halep’e de uğraması için dua etmekte. Bu tarihsel kente uğrayıp kardeş ve kız kardeşleri görmenin, Tanrı haberini yaymanın vakti gelmiş. Lübnan Suriye kentlerinde seyahate artık alışmış. Neredeyse tüm kent inanlıları onu sevinçle kucaklar. Başka yerlerde Türkçe olarak yapılan konuşmalar burada daha da geniş kapsamlı. Türkçe Halep’te konuşulan ikinci dil. Vahram’ın vaazlarını verdiği baş dil..
Hiç vakit yitirmeden toplantı ardına toplantı. Burada pek çok kilise var. Her gün en azından iki toplantı yapılmakta. Kilise toplantısı sonuçlanınca herkes belirli bir eve doğruluyor, başlıyor ayrı bir toplantı. Türkiye’de ve öbür yerlerde olduğu gibi bu toplantılarda vakit kısıtlaması yok. Genç yaşlı, çoluk çocuk evdeki en büyük odanın her bir köşesine sıkışıyor, iğne atsan yere düşmez. Yıllar boyu Türkiye’de, son zamanlardaysa Ortadoğu ülkelerinde ‘Kutsal Ruh’un böyle etkin biçimde yönlendirdiği, yerterlikli dille konuşturduğu bu Tanrı işçisinin Kutsal Söz’ü açmasını, tanrısal gerçeklerin derinine inmesini kadın erkek doymak bilmez içtenlikle dinliyor. Gençler arasında şaşılacak ilgi uyanıyor, yıllardır dua etmekte olan inanlılar yepyeni güç buluyor, kiliselere taptaze canlılık geliyor. Türkçe’den başka dil bilmeyen yaşlılar, “Doya doya bir vaaz dinledik” sözleriyle sevinç gözyaşları döküyor. Daha önce başka intibahlara (Ruhsal Uyanış) tanık olan Halep yeniden bir intibah havasının tatlı meltemiyle etkilenmekte.
Toplantı saatleri dışında çarşı meydan Kutsal Kitap’ı satmaya, insanlara tanıklıkta bulunmaya canlandırıcı konuşmalara sahne oluyor. Burada da kitap satışları yeni bir aşamaya varıyor, başka işçiler görülen sonuçlardan yürekleniyor. Rab’bin Sözü radyo dalgaları gibi her yana yayılıyor. Okullara, yaşlılar evlerine, hastanelere yapılan ziyaretler birçok gencin yaşlının bilmediği güvenlik ve umut boyutuna ulaşıyor. Her bulutta belirli nemlik bulunduğu gibi, her yürekte birçok üzüntü, her salgı bezinde bol gözyaşı barınmakta. Tanrı’dan gönderilen bu hizmet görücü insan duygusunun gerekli teline dokununca yürekler etkileniyor, umutlar yeşeriyor, yaşamın varlığın bambaşka bir yönü olduğu, anahtarıysa kurtarıcı Mesih’in elinde bulunduğu beliriyor. Vahram başta olmak üzere pek çok yürekten Halleluyah coşkusu yükseliyor. O zamana dek hiç ilgi göstermemiş canlar taze kavramla Mesih’e iman ediyor, en parlak yengi yaşamını gerçekleştiren Rab’ten somut yardım diliyor. Kimisi canının kurtuluşu, kimisi ruhsal derinliğe gelmesi, kimisi avuntu bulması, kimisi beden sağlığına ya da sağlıklı insan ilişkisine kavuşması için.. Halep’le çevredeki yerlerde ruhsal ürünlerle dopdolu geçen haftalar tez zamanda son buluyor; başka yere ayrılmanın saati gelmiş. Buradan ilerisi Ürdün’ün başkenti Amman! Orada hem onu hem de pek çok kadını erkeği neler bekliyor..
- Okyanus Yolculuğu, Güney Amerika
- İşlenmiş Toprak, Sulanmış Tarla
- Gemideki Toplantı
- Jozef Balyan ve Başka Gençler
- Kordoba, Kutsal Ruh’un Canlandırdığı Topluluk
- Kentten Kente, Ülkeden Ülkeye
- Batı Kıyılarında
- Yaşam Tacını Almaya Gidiyor
Şam Pınarlarının Birinde Bir Delik Tas
Tanrı’yla Karşılaşmam